"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İçtihat; iş mi, kapı mı, oda mı? - Bildiğimiz - bilmediğimiz şeriat-5

Nuri Mannas
24 Ağustos 2024, Cumartesi
Bediüzzaman Hazretleri İçtihat Risalesinde “İçtihat kapısı açıktır, fakat şu zamanda oraya girmeye altı mani var” diyor. Bu cümledeki “içtihat” gayreti de ifade eder ama asıl maksadı “hüküm”dür.

İçtihat hem bir faaliyetin (cehdetmenin) adıdır ve hem de o faaliyetin sonunda ortaya çıkan mahsulün (genel ve soyut hükmün) adıdır. 

Yukarıdaki cümlede “oraya” denildiğine göre içtihat bir kapı değil kapı ile girilen bir oda ve odada bulunan hükümlerdir. 

Öncelikle buradaki “girmek”ten kasıt, kural manasında hüküm almak için o kapıdan girmek değildir. Bu her zaman yapılacak bir iştir. 

Buradaki “girmek”, hükümler odasına, somut olayda verilecek hükme esas tutulacak soyut kural anlamında hüküm bırakmak yani “yeni hüküm va’zetmek (istinbat etmek)” için girmektir. Ve Bediüzzaman Hazretleri “bu maksatla o odaya girmeye maniler var” demektedir. 

İçtihat kapısı hangi binada?

Geçen yazıda gördük ki davada yargısal hüküm veya tatbikatta fıkhî görüş vermekle mükellef olanlar, bu yargı veya görüş için önce Şer’i hükümler binasına girecek, orada normlar hiyerarşisi içinde dizilmiş hükümler arasında kendi işine yarayacak genel ve soyut hükmü bulacak ve onu somut olaya tatbik edecektir. 

Hükümler binasına Kur’an ve sünnet kapısından giren hâkim veya müftü o odada Kur’an’dan ve sünnetten gelen açık hüküm bulamadığı hallerde ne yapacaktır? 

Kur’an’ın “yestenbitune” emrine uyacak, o binanın alt katına içtihat kapısından girecek ve o kattaki odalarda hüküm arayacaktır. Bulursa somut olaya ilişkin kendi yargısını ya da görüşünü o içtihada yaslayacaktır. 

İçtihat kapısından girip olaya uygulanacak hüküm derme/derleme işini kim olsa yapabilir. Ancak içtihat kapısından girilen hükümler odasında o somut olay için hüküm bulunmayan hallerde ne olacaktır? 

Elbette içtihat yapılacaktır. 

İçtihat üstüne içtihat caiz mi?

Bediüzzaman Hazretleri yine İçtihat Risalesinde İslamın ahkâmını “zaruriyat” (değişmez hükümler) ve “nazariyat” (üzerinde teorik akıl yürütülebilenler) olarak ikiye ayırıyor ve şöyle diyor: 

“İslâmiyet'in nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanların hâcatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bid'akârane bir hıyanettir.”

Bu cümlenin bugünkü dildeki karşılığı -noksan ama- şöyle olabilir: 

“Önceki (ilk dönemlerdeki) âlimlerin halis niyetle ve saf kaynakları kullanarak İslâmiyet'in nazariyat kısmıyla ilgili ürettikleri ve bütün zamanların ihtiyacını karşılayacak kadar geniş olan fikir mahsulleri (içtihatları) ortada olduğu halde, onları bir kenara bırakıp heveskârane yeni içtihatlar yapmak, bid'akârane (yeni icat çıkarmaya kalkarcasına) bir hainliktir.”

Esasen, Osmanlı Devlet-i İslamiyesinin son döneminde kurulan ve içtihat ve fetva kitapları yazmakla vazifeli olan Dar-ül Hikmet’il İslamiyenin en aktif üyelerinden biri olan Bediüzzaman Said Nursi gibi birinin İslam tarihinde bin yıldır süren tartışmada “içtihat kapısı kapandı” diyenlerin safında olması zaten beklenemez. 

O halde bu cümlelerin anlamı “mevcut eski içtihatlar varken aynı konuda yeni içtihat yapmak caiz değildir” demektir. 

Bu sınırlı yasaklamanın gerekçesi ise açıktır: Yukarıdaki bina örneğinden bakacak olursak, Kur’an ve sünnet katına yakından bakanların gördüğü nurla yazdığı hükümler ile şimdiki şaşı bakışlıların o nura uzaktan bakışla sisler arkasından gördüğü ışıkla yazdığı hükümler arasında “kalite farkı yok” demek imkansızdır. 

Ancak şu da var ki kudsi kaynakların nüzulünden sonra ne kadar zaman geçerse geçsin yeni ihtiyaçlar için yeni içtihatlar zaruridir. 

Nitekim bir yandan içtihat odasına giriş için yeni kapılar açma fikrini yazdığı eserlerle sıkı sıkıya reddeden Bediüzzaman Hazretleri diğer yandan çok sayıda “yeni içtihat” yapmıştır. Bilhassa devlet düzenine, toplumsal yapıya ve dinî tebliğ metotlarına ilişkin yazıp söylediklerinin ve yapıp ettiklerinin çoğu kendisine ait bir içtihat mahsulüdür. Kendisinin “ulum-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz” cümlesi de meşhurdur. Buradaki fetva vazifesi kanaatimizce çoğu zaman içtihadı da gerektirmektedir. 

Zamanın hükmü meselesi

Bediüzzaman Hazretleri yine Münazarat’ta, aynı coğrafyayı paylaştığımız diğer din mensuplarıyla iyi geçinme ve onları sevme meselesini zikrettiğinde, muhataplarının “Tamam da ‘Yahudi ve Hıristiyanları dost ittihaz etmeyin” ayeti ortada iken bunu nasıl yaparız” anlamında bir sorusu ile muhatap oluyor. 

Uzun ve veciz cevabın bir yerinde “Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz.” diyor. 

Bu cevap cümlesi aslında aynı zamanda bir fıkıh kaidesidir. Zaman elbette asırları ve çağları aşan zaruriyata ve bedihiyata nüfuz edemez, onları aşındıramaz.  Ancak diğer konularda ve alanlarda “zamanın ruhu” veya “zamanın hükmü” önemlidir. 

İşte şeriatın müessis değil muaddil olduğu (hüküm kurucu değil mevcut hükmü tadil edici olduğu) konularda, zamanın hükmü yeni içtihatları da gerektirebilir. 

Ama bunun için öncelikle kuvvetli iman, halis bilgi ve samimi gayret gerekir. 

Müçtehidin niyeti ve içtihadın ruhu gelecek yazıya…

Okunma Sayısı: 1184
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • HÇeşitcioğlu

    24.8.2024 11:24:52

    Kendisinin “ulum-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz” cümlesi de meşhurdur. Buradaki fetva vazifesi kanaatimizce çoğu zaman içtihadı da gerektirmektedir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı