"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bildiğimiz-bilmediğimiz şeriat -6

Nuri Mannas
01 Eylül 2024, Pazar
Müçtehidin sağlam bir irade ve sahih kaynaklar yardımıyla sınırlı alanda ve haddini bilerek yaptığı içtihadın arzi değil semavi olduğu önceki yazılardan anlaşıldı.

Bu gayretlere rağmen neden ve nasıl şeriat birilerine itici geliyor, gözden düşüyor? 

Galiba cevap samimiyet kavramı ile de ilgili. 

Şeriatı semavattan düşürmeye çalışanlar

Allah’ın kâinat ve insan için koyduğu kurallar demek olan şeriatı gözden düşürmeye çalışanlar iki gruptur:

Birincisi şeriata düşman olanlar. Bunlar da kendi içinde iki gruptur: Birincisi “dine de şeriata da karşıyım” diyen mütemerridler. 

İkincisi ise “Elhamdülillah ben de Müslümanım ama şeriata karşıyım, bin dört yüz elli sene önceki kurallar bugün geçerli olamaz” diyen mütehayyirler. Mütemerridin temerrüdüne çare yoktur, cehennem lüzumsuz değildir. Mütehayyirin şaşkınlığı ise, siyasetle ve topuzlarla değil ancak halis nur ve nasihatle giderilebilir, cennet ucuz değildir.  

Şeriatı gözden düşürmeye -istemese de- çalışan ikinci grup, şeriata dost olan ve Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle “sadık ahmak” ya da “ahmak dost” denilen türden kişilerdir. Bunlar şeriatı öyle bir savunur ya da öyle bir tatbik eder ki; gören duyan “şeriat buysa benden uzak olsun” der.

Şeriatın tatbikatında zıtlıklar

Bediüzzaman Hazretlerinin, 1909’da, 31 Mart isyanı sonrasında “şeriat istemiş olmak”la suçlanıp darağacındakilerin görüldüğü bir mekanda idam talebiyle yargılandığı sıkıyönetim mahkemesinde; “sen de şeriat istemişsin öyle mi, biz şeriat isteyenler bak işte böyle asarız” sözleri üzerine yaptığı savunma muhteşemdir:

“Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil!”

Aslında, fıkıh usulü fıkıhtan bir parça olduğu gibi şeriatı isteme usulü de şeriattandır. Dolayısıyla Bediüzzaman Hazretleri burada bir manada “benim istediğim şeriat ihtilalcilerin istediği şeriat ile aynı değil” de demiş olmaktadır. 

Demek mesele yorumlama ve içtihat faaliyetinin yeterliliği ile ilgilidir. 

Ama bundan da önce davranışlarda görünen niyetin halisiyeti ile ilgilidir. 

Niyet Allah namına hükmetmeye niyetlenmek biçiminde olmalıdır. 

Allah namına hükmetmek

Nitekim Bediüzzaman Hazretleri Uhuvvet Risalesinde “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek ve Allah için hüküm vermek” prensiplerini açıklarken bu niyete riayet etmeyen kişiler için “adalet etmek isterken zulmeder” diyor ve şu iki örneği naklediyor:

“Cây-ı ibret bir hâdise: Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir, ona demiş ki: ‘Neden beni kesmedin?’ Dedi: ‘Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim.’ O kâfir ona dedi: ‘Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir, o din haktır.’ dedi.”

Bu olayın bir savaş meydanında ve ordular henüz birbiriyle cenge girmeden önceki bireysel gösteri savaşı aşamasında yaşandığı tahmin edilebilir. Yerdeki kâfirin Hz. Aliden beklentisi, Hazreti Ali’nin, o günkü vahşi savaş hukukunun da verdiği bir hakkı kullanarak hasmını işkence ile ve yavaş yavaş öldürmesi. İşte o kâfir bundan kurtulup çabucak öldürülmesini sağlamak için tahrik etmek amacıyla Hazreti Ali’ye tükürüyor. Ama Hazreti Ali az önce “Allah için” öldürmeye hazırlandığı bu kâfiri “nefsinin hissesi karıştığı” ve yerdekine zulmetme ihtimali doğduğu için öldürmekten vazgeçiyor. 

İşte bu ihlastır ki o kâfiri “kılıç zoruyla” değil, akıl nuru ve kalp şuuru ile Müslüman ediyor. 

İkinci örnek ise şöyle: 

“Bir zaman bir hâkim, bir hırsızın elini kestiği vakit, eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil amiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü Şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına kesse idi, nefsi ona acıyacak idi. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.”

Bu cümlelerin bugünkü dile aktarılması –eksik ama- şöyle olabilir: 

“Bir zaman bir infaz hâkimi bir hırsızın elini kesme işini hiddetlenerek yapmış. Ona nezaret eden âdil amiri bunun üzerine onu o vazifeden azletmiş. Çünkü o infaz memuru o infazı Şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına yapsa idi, nefsi ona acıyacak idi. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.”

Demek içtihatlar ve hükümler nefsin hissesi karışmadan yazılmalı, verilmeli ve infaz edilmelidir ki Allah namına olsun. 

Okunma Sayısı: 1263
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı