Alabildiğine renkli, canlı, sanatlı diriliş güzelliklerinin tecelli ettiği çiçekli bahar mevsimi yerini, yaz mevsiminin bereketli meyve, rızık ve nimetlere devrettiği zamanı idrak ediyoruz.
Haziran’ın ilk Pazar günü Muhabbet Fedaileri ile Sultandağı’na misafir olduk. Gür ormanları, yüksek dağları, tepeleri, temiz havası, soğuk suyu, asude mekânları, hayat dolu yamaçları, canlıları, ceylanlarıyla meşhur Sultandağı Toroslara doğru 100 km uzanır gider.
Sultandağı’nın 2610 metre rakımlı, Gelincikana Tepesi, sınır komşusu, “Çamdağında Esen Yeller” şiirde adı geçen Barla’nın “Gelincik Dağı” ile mütenasip ismiyle, cüssesiyle, yüksek ihtişamıyla, hayalleri süsleyen hatıraları, manzaraları, güzellikleri hatırlatıyor…
Yüksek dağların yeşil bitki örtüsü, koruluklar, çam kokulu ağaçlarının cazip manzaraları gözleri, gönülleri ferahlatıyor, ruha nefes aldıran manevi iksirleri saçıyor. Zirvelerde özgürce uçuşan kartallar, kuşlar, arılar, kelebekler, böceklerin sesleri, avazları ve terennümleri, “Etmekte zikr-i Hallak-ı daim.”
Sultandağı’nın yaylaları bereketli zenginlikleri insanlara, hayvanlara faydalı nimetlere vesile olduğu gibi dağlardan gelen sularla eteklerindeki alüvyonu zengin, verimli topraklar, kiraz, vişne, ceviz, elma, armut gibi muhtelif meyve bahçeleriyle doludur. O bahçelerden Ahmet kardeşimizin bahçesi, peyzajı düzgün, bakımlı düzenli ve meyve ağaçlarıyla donatılmış. Bahçe evi, ağaçların, çiçeklerin, bitkilerin güzelliği, temizliği, havası, suyu ve manzarasıyla bir tefekkür, zikir, şükür, dua ve dinlenme mekânı olmuş.
Rızkı veren Rabbimin izniyle kiraz ağaçları rahmet hazinesinden kırmızı renkli, sulu, tatlı kirazları dallarından ellerimize uzatıp ikram ediyor. Kirazlara uzanırken Üstadın sözünü hatırlıyoruz: “Senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!”
Dağın eteklerinde, Doğancık Köyünün, eski tarihlerden kalan harabelerine yakın büyük bir ağacın gölgesine hasırları serip nurlu yüzlerinden tebessüm eksik olmayan, ilim ve irfan sahibi güzide insanlarla oturduk. Dağın ihtişamı ile herkes maddeden manaya platonik, afakî tefekküre dalmış Rabbimizin hikmetini, inayetini, ikramını düşüyordu. Hayati Kardeş, Rabbimizi tarif eden külli muarif (tanıtan, bildiren) bahsini okumaya başladı.
Tefekkür ederek okumaya, anlaya çalıştığımız, Şu Kitab-ı Kebir-i Kâinat, varlığıyla, nizam ve intizamıyla çalışan, deveran eden zerreden, kürelere kadar her şey Rabbimizin ilmi, iradesi, eseri, sanatı, mucizesi olarak sahibini, malikini gösteriyor. Varlıkların O’nu tanıttığını dinlerken nazarımıza çarpan her şeyde Allah’ın güzel isimlerinin eserlerini, tecellilerini, tezahürlerini, tariflerini görüp tahkiki imanımız artıyordu.
Fahr-i Kâinat Efendimiz Hz. Muhammed (asm) Rabbimizi, getirdiği din-i mübin-i İslam’la mucizeleriyle, ibadeti, takvası, hayatıyla, Habib-i Ekrem sıfatıyla, kemalatıyla, miracıyla ve Kur’an mucizesiyle insanlara yaratan Allah’ı tanıtmıştır… Kâinatın fihristesi olan Kur’an-ı Mu’cü’l Beyan’ın Rabbimizi tarif eden, tanıtan mukaddes kitabımız hakikatinin kısa izahını dinledik…
Semaverdeki çaylar, meyve ikramları, sohbet ve muhabbetler… Öğle ezanı okuyan Hüseyin ağabey, namaza davet etti. Huşu ile kılınan namaz, tesbihat, dua ve tilavet-i Kur’an’la dağın sükûnetiyle kalbimizde manevi iklimlerin hazzını tattık. O gün müstesna bir günün huzurunu, sürurunu tattık, inşirahı bulduk. Huzur içinde eve döndük.