Rahmet tanecikleri, nur halesine dönmüş beyaz kristaller gibi uçuşuyor gökyüzünde.
Arzın yüzüne nakışlı, zarif, beyaz tüllerini örtüyor, uyusun diye… Kış gelmeden göçmen kuşları uzaklara gitmiş, karıncalar yuvasına çekilmiş, kelebekler uyumuş huzur içinde, Gazze’li çocuklar açıkta kalmışlar...
Kar tanelerinin süslü, sükûnetli, süzülerek uçuşmalarını gören çocuklar, kışlık elbiselerini giyerek evlerinden sevinç çığlıklarıyla sokaklara koştular. Kartopu oynadılar, ardan adam yaptılar, kızak kaydılar. Islandılar, üşüyüp titrerken şefkatli anneleri, sıcak yuvalarında onları bekliyordu. Filistinli çocuklar hariç!
Çatının pervazlarında bakan güvercinler, çocukların balkonda verdiği ekmek kırıntılarıyla doymuş, kar tanelerini seyredip zikre dalmışlar. Her yerde huzur, huşu, hoş sevinçler var! Gazze’de hüzün, hüsran, hicran dolu günler…
Ahir zamanın günah kirleri, şehrin bacalarından yükselen siyah dumanlar gibi afakı kaplamaya çalışıyor, letafetini, nezafetini, temiz kar beyazlıklarını örtmek için. Zemherinin soğuk yüzünde, zifiri karanlıkların zulüm vurgunlarında şeytanın arkadaşları gülerken, Kur’an aydınlığıyla nurlu bir seher aydınlığına susamış, Rabbine avuç açmış, ümit bağlamış, nida ve niyaz eden gözü yaşlı Gazze’li yetimleri, dua ile düşünüyorum.
Rüzgârın hırçın uğultusunda, hışırdayan ağaç dalları, ıslık çalan pencerelerden içeri girmeye çalışan soğuk gecelerin karanlık yüzü yoksul ve kimsesiz insanların kapısını çalıyor... “Rüzgârlı günün kuytusu, yağmurlu gecenin uykusu” değişi varsa da ateş topu güllelerin tahrip ettiği enkazlarda kuytunun ve uykunun kalmadığı harabeler şehir Gazze, baktıkça içimi üşütüyor…
Kış gecelerinin sıcak, tatlı, latif sohbetleri olur. Gecenin feyzini almaya gelen nurlu simalar okunan Kur’an hakikatlerini dikkatle dinliyorlar. “İman tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza eder.” İman ve tevekkül ile “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” ayetine inanan, intisap eden ve fiilen hayat düsturu edinen Filistin halkının iradesi ve metanetini hatırlıyorum. Sohbet yapılan salonda gençler çoğunlukta. Karşı tarafta hafif esmer, saçları taranmış, siyah gözleriyle keskin bakışları olan bir genç, sakin duruşu ile hatibi dinliyordu.
Bana Gazze’li Hüseyin’i hatırlattı. İsrail askerlerine babamı siz öldürdünüz, diye haykırmıştı!.. Evlerinin yıkılması ile annesini enkazın içinden bir türlü bulamamıştı. Yetimhaneye gitmeyi reddetmişti. O küçük yaşta Gazze’de yardım gönüllüsü olmaya adamıştı kendini. Kamere ışıklarında tanıdığım vakarlı, cesur yürekli, keskin bakışlı çehresiyle kaç masumun elinden tutmuş, koşmuş, yorulmuştur da karanlık gecenin bu saatinde Gazze sokaklarında hangi kuytudadır, bilinmez.
Kadınların, çocukların öldürüldüğü meş’um katliamın getirdiği mahrumiyetlerde akan kanlı gözyaşlarıyla aç, susuz, yuvasız yaşamaya çalışan insanların acıları, esefleri, bedduaları ızdırar ve ısrarla arşa yükselmekte. Vicdanları tefessüh etmiş zalimleri, destekçilerini ve yardımcılarını Allahın gazabına havale ediyorlar. Bütün hissiyatımızla âmin diyoruz…
“Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa, /Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır”
“Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!”
Her gecenin bir sabahı vardır. Kur’an’ın nurlu aydınlığında cennetasa baharlar gelecek. Gazze topraklarında İslam’ın şirin, latif, güzel rengârenk çiçekleri açacak. “Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!/ Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir…”