"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risale-i Nur’un te’lifatı

Mustafa ÖZTÜRKÇÜ
18 Eylül 2021, Cumartesi
Nur Risalelerinin yazıldığı (yazdırıldığı) meselesini tam olarak anlamak adına Risale-i Nurlar’ın ilk zuhur ettiği mübarek beldelere ve mekânlara gitmiştik. Mezkûr konuyu araştırmak için, Barla’ya yaptığımız seyahatların birinde, Nurlar’ın te’lif edildiği yerleri yakından tanımak istemiştik.

Nur Risalelerinin  nasıl te’lif edildiği hususunda Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde ifadeler bulunduğu gibi, Bediüzzaman Hazretleri’nin ve saff-ı evvel talebelerinin de çeşitli beyanları vardır. Te’lif edildiği mekânları görmek adına Hazret-i Üstad’ın yakın talebelerinden Hasan Kurt’un mahdumları bize Barla’da eşlik etmişlerdi. Fakat yazılan Risalelerin yerlerini tesbit açısından, o yıllarda hayatta bulunan, fakat şimdi merhum olan bazı ağabeylerin, te’lifat yerlerinin bilinmesinde ziyaretçiler açısından farklı değerlendirmelere sebeb olacağı mülâhazaları karşısında biz de bu beyanlara iktidaen o konuyu araştırmaktan vazgeçmiştik. Daha sonra, Risale-i Nur şaheserlerinin nasıl yazıldığını bir çok kaynaklara müracaat ederek araştırdık. Bu hususta karşımıza çıkan gerçek, bu eserlerin “Ani”ve “Def’i”olarak zuhurata tabi olduğu yönündeydi.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Nur Risalelerinin te’lifatı hakkında izhar ettiği bir çok ifade ve beyanlarından bazıları şöyledir:

RAHİM VE HAKÎM İSMİNE MAZHARİYET

Bir talebesine yazdığı mektupta şöyle der: “Bir parça mahrem bir sırdır. Fakat senden sır saklanmaz. Şöyle ki: Ehl-i hakikatin bir kısmı nasıl ki ism-i Vedûd’a mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudatın pencereleriyle Vâcibü’l-Vücuda bakıyorlar. Öyle de, şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler, o mazhariyetin cilveleridir.” (Mektubat: 19)

ÂYET-ÜL KÜBRA TE’LİFATI

“El-Âyetü’l-Kübra’nın tefsir-i ekberi olan Yedinci Şuâ’yı yazmakta çok zahmet çektiğimden, bir kudsî teselli ve teşvike cidden çok muhtaç idim. Şimdiye kadar mükerrer tecrübelerle bu gibi hâletlerimde, inayet-i İlâhiye imdadıma yetişiyordu. Risaleyi bitirdiğim aynı vakitte –hiç hatırıma gelmediği halde– birden bu keramet-i Alevîyenin zuhuru, bende hiçbir şüphe bırakmadı ki; bu dahi benim imdadıma gelen sair inayet-i İlâhiye gibi, Rabb-i Rahîm’in bir inayetidir. İnayet ise aldatmaz, hakikatsız olmaz.” (Mektubat: 451)

HAŞİR RİSALESİ’NİN YAZILIŞI

Onuncu Söz olan Haşir Risalesi’nin yazılışı da, Nur Risaleleri’nin nasıl yazıldığına dair mânidar ipuçları vermektedir. 

Bediüzzaman Hazretleri 1954 yılında bazı talebeleriyle birlikte Barla’yı tekrar ziyaret ettiğinde, bu eserin nasıl yazıldığına dair bazı bilgiler vermişti. Barla’nın doğusunda yer alan ve Eğirdir Gölü’ne doğru uzanan yamaçlardaki bağ ve bahçelerde dolaşırlarken, Said Nursî Talebelerine şu bilgileri aktarmıştır:

“Bundan otuz sene önce aynı bu mevsimde idi. Şu bahçelerde geziyordum. Badem ağaçlarının da çiçek açtığı zamandı. Birden; ‘Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine... Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir.’ (Rûm, 30/50) (mealindeki) âyeti hatırıma geldi. Bu âyet o gün bana açıldı. Hem geziyordum, hem de bağıra bağıra bu âyeti okuyordum. O gün kırk defa okudum. Geldik, akşam, Şamlı Hafız Tevfik’le Onuncu Söz’ü te’lif eyledik. Yani, ben söyledim, Hafız Tevfik yazdı.” “Risalet-ün-Nur sair te’lifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Te’lif olunduğu vakit hiçbir kitap müellifinin yanında bulunmuyordu.Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’ânî’den ve âyatın nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor. Risale-i Nur’un mesâili, ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünûhat, zuhurat, ihtârât ile oluyor. (Kastamonu Lâhikası: 97)

Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bâzı def’a haberim olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı halde, ince hakaik-ı îmaniye ve kuvvetli hüccetler, müteaddit risalelerde tekrar edilmiş. Ben çok hayret ediyordum: Neden bunlar bana unutturulmuş, tekrar yazdırılmıştır. (Sikke-i Tastik-i Gaybi: 97)

İLHAM-I İLÂHİYE MAZHARİYET

Risale-i Nurlar’ın te’lifatında, İlham-ı İlâhîye mazhar olan Hazret-i Üstad, tek bir noktaya bakarak söylüyor ve yazdırıyordu.

Hazret’in âlem-i şehadetteki bu acip hâline, diğer âlemler de şehadet ediyordu.

İşte bu nur-u Kur’ân mesleğinin meşrebi içinde bulunanlardan Hulusi Bey, Şamlı Tevfik, Feyzi Kul, Hafız Halid, Bayram Yüksel Nur Risâlelerinin yazılışına-yazdırılışına ve Üstadın bu acip hallerine şahitlik edenlerdendi. Bu bahtiyar zatlar şöyle anlatıyorlardı o anları.

 HULUSİ BEY ANLATIYOR:

“Ben Eğridir’de iken Üstad’ı ziyaretlerimden birisinde telif ânını gördüm. Teliften önce, kendisine has tarz-ı şivesiyle çok mütevazı bir şekilde sohbet yapmakta iken, birden fırlayarak somyasının üstüne çıktı. Ve gayet ciddileşerek ‘Şimdi hocalık vazifesi başladı’ dedi. Kalem kâğıt getirtti. Ve yazdırmaya başladı. Gayet sür’atle söylüyordu. Dikkat ettim, göğsünden harıltılar, gıcırtılar gibi sesler geliyordu. Durmadan söylüyordu. Hatta telif anındaki şive tarzı dahi tamamen değişikti.”

“Bir defasında Üstad’ımıza ziyaretimde, Risâle-i Nur’un te’lifindeki suhuletli muvaffakiyet meselesi mevzu olmuştu. 

Bu münasebetle Hazret-i Üstad buyurmuşlardı ki: “Bakıyorum iki yüz âyât-ı Kur’âniye imdadıma geliyor.”

NUR’UN BİRİNCİ KÂTİBİ TEVFİK GÖKSU

Risâle-i Ahmediye’ye dair olan Otuz Birinci ve On Dokuzuncu Söz’ün telif edilişindeki ikram-ı İlâhîye ve bir eser-i inayet-i Rabbaniyeye şahit olan Nur’un birinci kâtibi şöyle anlatır: “Evet, biz müsveddeyi yazıyorduk. Üstadımız da söylüyordu. Yanında hiç kitap yoktu; hiç müracaat da etmiyordu. Birdenbire, gayet sür’atli söylüyordu, biz de yazıyorduk. İki üç saatte otuz kırk, daha fazla sayfa yazıyorduk. Bizim de kanaatimiz geldi ki, bu muvaffakiyet, mu’cizât-ı Nebeviyenin bir kerâmetidir. (Mektubat, On Dokuzuncu Mektub, s. 193)

NUR’UN MÂNEVΠAVUKATI, AHMET FEYZİ KUL

“Ben altı eserin yazılmasına şahit oldum; o da iki hapishanede. Biri Denizli, diğeri Afyon hapsinde. Her iki hapishanede de bir kelime bile yazılmaması için şiddetli bir baskı vardı. Ve hiçbir yazının içeri girmesine, dışarı çıkmasına, kuş uçmasına imkân yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa Meyve Risâlesi. Meyve Risâlesi bir şaheserdir.

“Denizli’den başgardiyan elde edildi. Üstad ayrı tek hücrede, biz de ayrı ayrı koğuşlardayız. Ispartalılar bir koğuşta; oraya gönderiyorlar hep. Kâğıt yok, bir şey yok, imkân yok… Mahkûmlar tabi sigara içiyor. Paketlerin kâğıdını atıyorlar. O kâğıtlar alınıyor, üç satır yazı yazılıyor. Gardiyan, başgardiyan ‘Hafız Ali’ diyor. Hafız Ali çıkıyor, yazıyı alıyor. Üç satır, ertesi gün beş satır daha… Meyve Risâlesi böyle tamamlanıyor. Bugün Meyve Risâlesi’ni okuduğunuz zaman, ondaki azamet-i ifade karşısında insan donakalır. Böyle yazıldı, bunu ben gördüm.

“Altı eser bu şekilde bütün imkânsızlıklar, memnuiyetler içerisinde yazıldı.”

HAFIZ HALİD TEKİN

Barla Lâhikası’nda da Hafız Halid’in Risâle-i Nur’u ve müellifini anlatan bir mektubu yer almaktadır. Bu mübarek zat şöyle der:

“… Zahir hale bakılırsa, ilmihali bilmiyor gibi görünüyor. Birden bakarsın, bir derya kesiliyor. Me’zun olduğu miktarı ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan istifade derecesi nispetinde söyler. Resul-i Ekrem’den (asm) cihet-i istifadesi olmadığı vakitlerde, yeni ay gibi mahviyet gösterir. ‘Bende Nur yok, kıymet yok!’ der…”

ÇOĞU’LU BAYRAM YÜKSEL

Afyon’un Bolvadin ilçesine bağlı Çoğu Köyü’ndendir. “Çoğulu Bayram” olarak da bilinir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ile 1948’de Afyon hapsinde tanışır ve ona talebe olur. Tanıştıktan sonra ömrü, Bediüzzaman’a sadâkatle hizmet içinde geçer. Risâleler’in yazılışı ile ilgili Hafız Tevfik Ağabey’den naklen şöyle anlatmıştı:

“Eserler yazılmaya başlarken Üstad’ımız belirli bir noktaya gözünü dikerdi. Bir noktaya bakar, alnı şişerdi… Yaz kardeşim, yaz derdi. Sür’atli söylerdi, ben de sür’atli yazardım. Bazen, keçeli, git sinekleri kovala gel derdi. Gidip taşların arkasında sigaramı içip gelirdim! Ben çok sigara içiyordum. Üstad’dan uzak bir yere gider, taşların arkasında sigara içerdim. Kafamı düzeltir gelirdim, tekrar yazmaya başlardık. Çok sür’atli söyler, ben de çok sür’atli yazardım. Bazen Üstad’ımız yatardı, titreyerek kalkardı. Kardeşim, kâğıdı kalemi al, yaz derdi. Gözünü bir noktaya dikerdi. ‘Yaz kardeşim’ der devamlı yaz diye söylerdi. Çok fasih bir Türkçe konuşurdu. Ben de sür’atle yazardım. Perde indi kardeşim, deyince konuşması bile zor anlaşılırdı…” İşte Nur Risâlelerinin yazılış hikâyesi.

İnsana huzur-u kalp içinde tam bir teslimiyetle “Sübhanallah” ve “Allahuekber” dedirtiyor değil mi?

Risale-i Nurlar’ın te’lifatının, inayet-i İlâhiyeye mazhariyeti, Risale-i Nurlar’ın hakkaniyetine dair mükemmel bir delil ve isbattır.

Okunma Sayısı: 14080
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    18.9.2021 12:48:43

    "Risale-i Nur’un mesâili, ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünûhat, zuhurat, ihtârât ile oluyor. (Kastamonu Lâhikası: 97) 3 esas üzerine yazılan Nurlar; ilham değil! İlham her mahlukta az çok var.İnsanda ise; gölgeli karışık ve duygusal..O yüzden şair ve sanatçılarda baskın. Üstad şair ve sanatçı değil. "Yazdırıldı" sözünü aleyhimize döndüren bu ilham lafı..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı