Üstad bir mektubunda diyor ki:
“Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevi, yalnız geçirdim. Artık yeter! Kabir kapısındayım, beni dünyaya baktırmayınız. Hattâ bu yirmi bayramdır, bir ikisinden başka umumlarında, bu gurbette, kendi odamda yalnız mahpus gibi geçirdim. “
Kendisine verilen zahmet, sıkıntı ve bed muameleler sonucu rahatsızlığından dolayı bir bayram günü ziyaretçileri dahi kabul etmemekte karar kılan Bediüzzaman, yine de bir iki talebesini, Nur talebelerinin hatırını kırmamak adına kabul eder ve bayramda kapısına şu notu asar:
“Kalben rahatsızlığım dolayısıyla, Kurban Bayramına kadar Süleyman Efendi, Şamlı Hâfız Tevfik, Abdullah Çavuş ve Mustafa Çavuş’tan başka kimseyi kabul etmiyorum. Affedersiniz gücenmeyiniz.”
Bütün bu olanlara ve hayatında ona yaşatılan bed muamelelere karşı şu ifadesi manidardır:
“Hey bedbahtlar! Ben size ne yaptım ve ne yapıyorum? İmanınızın kurtulmasına ve saadet-i ebediyenize hizmet ediyorum. Demek hizmetim hâlis, lillâh için olmamış ki, aksülâmel oluyor; siz ona mukabil her fırsatta beni incitiyorsunuz. Elbette mahkeme-i kübrâda sizinle görüşeceğiz.”
Bazı bayramlarını talebeleriyle birlikte demir parmaklıkların arkasında geçirmek zorunda bırakılan Üstad, sürgün dönemlerinde de çoğu bayramı amansız bir tarassut altında idrak etti. Buna dair, kendi ifadelerinden örnekler:
“Bayramın ikinci gününde teneffüs için kırlara çıktığım zaman ehemmiyetli bir memur tarafından beş vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldım.”
Barla bayramlarının nasıl geçtiği de “Kurban Bayramında, fıtraten sohbetten hoşlanmadığım için hiç kimseyi kabul etmediğimi gösterir bir-iki satırlık yazı ile kapımda yazdığım ve hiçbir kimse de gelmediği halde, bu mübarek bayramın dört gününde bir polis bulundurulmak suretiyle, benim gibi garip, ihtiyar, hastalıklı bir adama şüphe isnad ederek tarassut ettirmek ve hareket-i şahsiyemi bilâsebep taht-ı nezarette bulundurmakla verilen tazyik ve sıkıntı”dan söz edilen mektupta görülüyor. (Barla L,)
Şu satırlar da bir talebesinin mektubundan:
“Senelerden beri zalimlerin pençe-i zulmünde inleyen bu biçare Müslüman kardeşlerinizle geçirmekte olduğunuz bu mübarek bayramın belki dokuzuncusunu ücra köşelerinde, dostlarınızdan uzak, akraba ve taallûkatınızdan mahrum bir vaziyette, teâlî ve terakkîsi için çalıştığınız cemiyet-i İslâmiye arasından uzaklaştırıldığınız bir halde geçireceğinizi hatırladıkça yüreğim parçalanıyor, ruhum hazin bir elemle yanıyor, gözlerimden yaşlar dökülüyor.” (a.g.e., 365)
Umum Nurcuların, haccü’l-ekberdeki Nur talebelerinin, hacdaki Nur taraftarlarının bayramını tebrik ederken, çok zamandır esaret altında kalan İslâm beldelerinin birer birer istiklâlini kazanıp İslâm birliğine doğru gittiğinin müjdesini veren, İstanbul Üniversitesinin alnında yazılı olup da tek parti devrinde gizlenen fetih âyetinin tekrar açığa çıkarılmasından “Üniversite Nur medresesi olacak” müjdesi çıkaran ve Bismarck’la Carlyle’ın Peygamberimiz (a.s.m.) ve Kur’ân hakkındaki takdirkâr sözlerini aktararak bu müjdeleri küresel bir perspektife oturtan mektup ise (Emirdağ L) bir bayram coşkusunu yansıtıyor.
Şunlar da Üstadın bayram tebrikleri ve verdiği mesajlardan:
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Ruh-u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz.
Cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaı olan Kur’ân-ı Hakîm, istikbale tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayram getireceğine çok emareler var.” (Şuâlar)
“Bu makam yazıldığı zaman, Kurban Bayramı geldi:
.‘Allahuekber, Allahuekber, Allahuekber’ler ile nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden ‘Allahuekber’ dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nispetinde o ‘Allahuekber’ kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade (şimdi aşağı yukarı dört milyon) hacıların Arafat’ta ve ıydde beraber, birden ‘Allahuekber’ demeleri Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel Âl ve Sahabîleriyle söylediği ve emrettiği ‘Allahuekber’ kelâmının bir nevi aks-i sedası olarak, rububiyet-i İlâhiyenin ‘Rabbul-Arz’ ve ‘Rabbul-Âlemîn’ azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubudiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve his ve kanaat ettim. ”
Bir diğer mesajları ise şöyle:
“Aziz kardeşlerim; Bilmukabele bayramınızı tebrik ederim. Sıhhatimi soruyorsunuz. Buranın çok şiddetli kışı ve odamın çok soğuğu ve üç hazin gurbetin tesiri ve üç asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlık ile kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduğum hâlde, Hâlık’ıma hadsiz şükür ederim ki, her derdin en kudsî dermanı olan imanı ve iman-ı bilkaderden kazaya rıza ilâcını imdadıma gönderdi, hem sabır içinde şükrettirdi.” (Kastamonu Lâhikası)