Çağımızda doğru İslâm adına bir iman hareketinin öncülüğünü deruhde eden Bediüzzaman, bütün bu hususiyetlerinden dolayı daima aranan, özlenen, tutum ve davranışla birlikte, fikirlerinden istifade edilen bir deha şahsiyet özelliklerine malik olmuştur.
Tarih 17 Haziran 1918. Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’dadır. Esaret ve firar hayatının verdiği yorgunluk dimağında ve bedeninde bir takım yorgunluğa bağlı alarak sıkıntılar içinde olan Bediüzzaman Hazretleri, o yılların karışıklığı içinde, Ordu-yu Hümayunun tavsiyesiyle Darü’l Hikmet-i İslâmiye’ye aza olarak seçilir.
Osmanlının son dönemlerinde 25 Ağustos 1918 tarihinde kurulan ve bir nevî İslâm akademisi olan mezkûr teşkilât; gerek İmparatorluk ve gerekse İslâm âleminde ortaya çıkan bir takım dini meselelerin halli ve İslâm’a yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için kurulmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri’nin o günlere dair, teşkilâtla alâkalı bir değerlendirmesi şöyledir:
DARÜ’L HİKMET MESLEK-İ İLMİYEME MÜNASİPTİ
“Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye cihetinde bizim gibilere en mesûdane bir hayat sayılabilirdi. Çünkü esaretten kurtulmuştum; Darü’l-Hikmette, meslek-i ilmiyeme münasip, en alî bir tarzda neşr-i ilme muvaffakıyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref, haddimden çok fazla idi. Mevkice İstanbul’un en güzel yeri olan Çamlıca’da oturuyordum. Hem, her şeyim mükemmeldi.” BediüzzamanHazretleri’nin azalığı müddetince çok üstün hizmetlere vesile olduğu teşkilâtın ömrü maalesef kısa olmuş”18 Kasım 1922 yılında çalışmalarına son verilerek lağvedilmiştir.
HUTUVAT-I SİTTE
Rusya’da esaret hayatı dönüşü ikamet ettiği İstanbul, İngilizlerin işgali altındaydı. Bediüzzaman Hazretleri’ne tabiri caizse yine rahatlık yüzü görünmüyordu. Bu sebeplerden dolayı, İngilizlerin işgal hareketlerini püskürtme adına faaliyetlerini sürdürürken, te’lif ettiği ”Hutuvat-ı Sitte” adlı bir kitapçık neşrederek İngilizlerin oyunlarının bozulmasına sebep oluyordu. “Hutuvat-ı Sitte” adlı eser, Üstad Bediüzzaman Said Nursî tarafından İstanbul’un işgâli sırasında yazılıp işgalcilere karşı gizlice neşredilmiş ve el altından dağıtılmıştır. Eser, aynı zamanda Arapça olarak da “Evkâf ı İslâmiye Matbaası”nda 1336 Rumî ve 1338 Hicrî-1920 yılında tabedilen “Sünûhat” adlı eserin son kısmına konularak neşredilmiştir.
BEDİÜZZAMAN’A YAPILAN SÜİKASTA DİKKAT ÇEKİLİYOR..
“Sadeddin Paşa, Bediüzzaman Said Nursî ile birlikte Darü’l-Hikmet-i İslâmiye’de çalıştı. Aralarında sağlam bir dostluğun olduğu Risale-i Nur’da yer alan bilgilerden anlaşılmaktadır. Sadeddin Paşa, çok sağlam bir kaynaktan aldığı habere istinaden, Bediüzzaman Said Nursî’nin eserini okuyan gizli bir komitenin onu öldüreceğini öğrendi. Bunu duyar duymaz Bediüzzaman’a gidip; “Kat’î bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebîde ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: ‘Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız’ diye senin idamına hükmetmişler. (Emirdağ Lâhikası, 1997, s. 168) diyerek kendini herhangi bir suikasta karşı muhafaza etmesini istedi. Bediüzzaman ise, “Tevekkeltü Alallah (Allah’a tevekkül ettim), ecel birdir, tagayyür etmez karşılığını verdi.” (Emirdağ Lâhikası: s. 332)
Ordu-yu Hümayun tarafından Dar-ül hikmet-i İslâmiyeye üye olarak tasviyesi yapılan ve üye olan Bediüzzaman Hazretleri, burada görev yaptığı süre içinde ülke ve insanımız faydasına çok büyük hizmetler yapmakla birlikte, yaşadığı o devirlerde cereyan eden olumsuz hadiselere rağmen ülke yararına mücedele ederek, Kurtuluş Savaşı içinde de üstün muvaffakiyetler göstermiştir. İngilizlerin işgal hareket lerine mukabil mücaleyi sürdürmüş, bu düşmana karşı yazdığı kitapla oyunlarını bozmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri’nin ülkemize ve insanımıza yaptığı hizmetleri unutmamak ve o dehanın kıymetini gelecek nesillere aktarmak bir vefa borcu ve bir vazifedir, diye düşünüyoruz..