Bu zamanda karıştırılan bir mesele de budur. Bir makama getirilecek kişide hangi özellikler olmalıdır? Dindarlık mı, işin ehli olmak mı? Yani salâhat mı, mahâret mi?
Bediüzzaman Hazretleri, Münâzarat’ta kendisine sorulan bir soruya şöyle cevap veriyor: “Bence bir kalp ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadâkat ve adalet beklenilmez.”
Bir makama oturtulacak kişi hem dindar, hem de işin ehli olmalıdır. Tâ ki ondan istenilen verim alınabilsin. Sadece işin ehli olması yetmez. İslâmın iman ve ahlâkî güzellikleri ile de donanmış olmalı ki hakiki hizmet beklenilsin. Değilse istenen verim alınamaz.
Bu günkü şartlarda, bu iki sıfatı üzerinde taşıyanlar yeterli sayıda değil. İhtiyaç çok, bu kişiler az. O zaman ne yapılmalıdır? Dindar mı, işin ehli mi tercih edilmelidir?
Bu noktada Bediüzzaman, “sanatta mahâretin esas olduğunu” işin ehlinin tercih edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
“Fakat iş ve sanat başka olduğu için fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir; ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte şimdi salâhat ve mahareti, tabir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalp ve nur-u fikri cem edenler, vezaife kifayet etmezler. Öyle ise ya maharettir veya salâhattir. Sanatta maharet ise, müreccahtır.” (Münazarat, s. 236)
Demek oluyor ki, bir makama oturtulacak kimse hem dindar, hem de işinin ehli olmalıdır. Bu iki sıfatı taşıyan yoksa işin ehli tercih edilmelidir. Değilse istenen netice ortaya çıkmaz.