İnsan, varoluşunun anlamını merak eden bir varlıktır. Kendisi ve evren hakkında soru soran ve cevap arayan bir varlıktır.
Bir düşünürün ifadesiyle “İnsan, insan olmayı kendine sorunlaştıran varlıktır.” Öyle garip bir varlıktır ki insan, kendini ve alemi okumaya çalışır ve bir anlam arar.
Öyle ki, bu arayış serüveninde farklı insan ve evren tasavvurları ortaya çıkmıştır. Bu tasavvurlar, insanın evrenle olan bağını farklı şekillerde yorumlamış ve insanın evrenle imtihanını farklı kriterlere göre açıklamıştır. Örneğin Yunan düşüncesine göre, evren sert ve katı bir düzene sahiptir. Bu düzende her şeyin bir nedeni, bir sonu ve bir gayesi vardır. Bu yüzden evrende determinizm egemendir. Bu durumda insan, trajedi yaşayan ve mahkûm bir varlıktır.
Hıristiyan teolojisi, evren karşısında trajik bir durumda mahkûm olan insan tipolojisini ilk günah inancıyla aşmaya çalışır. Bu yüzden zor bir durumdadır ve bunu tek başına aşamamaktadır.
İslam düşüncesine göre ise insan öncelikle elest bezminde Allah’a muhatap olmuştur. Elest bezminde Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna ruhlar “Evet, sen bizim Rabbimizsin” demişlerdir. İslam’a göre Yaratıcımız insanı zulüm ve trajediden kurtararak miraç ile makamına çıkarmış ve bizzat muhatap almıştır. Böylece insanın aslında mahkum değil mes’ul ve mükellef bir varlık olduğu hakikati ortaya çıkmıştır. Yani insan, evren karşısında rüzgarın önündeki bir yaprak değildir. O, kendisinin ve arzın imârında vazifeli ve bu vazifede cüzi de olsa bir irade sahibidir. Bu iradesiyledir ki, yaptıklarından da yapması gereken ama yapmadıklarından da sorumludur.
Netice olarak İslam insanın bir halife-i arz olduğunu göstermiştir.