İnsanın, kendi iradesiyle tercih edemediği, engel olamadığı birçok vaka vardır. Ne zaman ve nerede doğacağını, cinsiyetini, anne-babasını, ailesini, nasıl şartlarda ve nasıl bir ortamda büyüyeceğini kendi tercih edemez.
Göz, saç, ten rengi gibi fiziki özelliklerini kendisi seçemez. Ne kadar süre yaşayacağını, ne zaman, nasıl, nerede öleceğini de tercih edemez ve bilemez. İnsan; yemek yer, su içer, bedenin temizlik, giyim gibi ihtiyaçlarını karşılar ama kalbini, karaciğerini, böbreğini çalıştırmaya karışamaz, buna gücü yetemez. Bunlar gibi, insanın hiçbir müdahalesinin olmadığı işler çoktur.
Bütün bunlarla beraber, Allah insana verdiği değerden dolayı ona bir hürriyet vermiştir. Onu kendi tercihlerinde hür kılmıştır. “Kim daha güzel işler yapacak?” ortaya çıksın, bilinsin diye, imtihan sırrı olarak cüzî bir irade vermiştir.
Ezelden ebede kadar her şeyin programı yazılmıştır ve Allah en ince ayrıntılarına kadar her şeyi görür, bilir ve her şeyden haberdardır. Allah insanın karşısına seçenekler sunar, çeşitli yollar çıkarır. Buna göre insan; gideceği okulları seçebilir, evleneceği kişiyi seçebilir, yapacağı işe yine kendi iradesi ile karar verebilir. Hatta doğup büyüdüğü coğrafyadan ayrılıp başka bir şehirde çalışıp yaşamayı da tercih edebilir.
Allah insana hep iyiyi, hayrı seçmesini emretmiş, onu kötülüklerden men etmiş, “haram” dediğimiz kavram ile insanın zararına olan şeyleri yasaklamıştır. Bizim dinimiz, Kur’anımız bize faydalı, hayırlı, ahlâklı, vicdanlı, şefkatli insan olmayı öğütler. İlim öğrenmeyi, boş durmamayı, çalışmayı, insanlığa hayırlı işler yapmayı ders verir. Bir çiftçi tarlasına tohum atmazsa, sulama, çapalama gibi gereken işleri yapmazsa ürün alamaz. Onun bir de, gereken her işlemi yaptığı halde, aşırı yağış ve sel sebebiyle ürün alamadığı bir durum da olabilir. Bu durumda: “Ben elimden geleni yaptım, netice bu oldu, demek ki, nasibimde ürün almak yokmuş, kaderde bu varmış.” diyebilir. İnsan, yaptığı işlerde elinden gelenin en iyisini yapmalıdır. İşini sağlam malzemelerle yapmayan, kul hakkını, insan hayatını düşünmeden binalar yapan bir müteahhit “mukadderat” deyip işin içinden çıkamaz. Takdir, tedbire engel değildir. İhmallerden, hatalardan gelen kayıplar ve yıkımlar insandan mesuliyeti kaldırmaz.
Ülkemizde yaşanan çok acı ve bilançosu pek ağır olan deprem olayı, insan iradesi ve kader ilişkisi konularını da yeniden gündeme getirdi. Bu olay sadece: “O coğrafi bölgede zaten beklenen bir durumdu” şeklinde değerlendirilemez. Evet, çok büyük bir zelzele ama aynı fay hattında sağlam binaların yıkılmadığı da görülüyor. Keza yine deprem bölgesinde yer alan, yöneticilerinin kaçak yapıya izin vermediği, denetimleri iyi olan yapılarda hiçbir yıkım ve can kaybı olmadığı da görülüyor.
Sonuç olarak, her şey kadere dahil olduğuna göre, coğrafya da kaderdir. Bununla beraber Allah kimseye en küçük bir haksızlık yapmaz. Yaşanan olumsuzluklar ve kötülükler, insanların ihmalleri veya tercihleri sebebiyledir.
Bu dünyada tam anlamıyla adalet yerini bulmasa da, ahirette ilâhî adalet huzurunda hesap vereceklerdir. İşte ahiretin varlığının en önemli sebeplerinden biri budur. Yaşasın ilâhî adalet! Yaşasın ahiret!