Kudüs genel olarak; “Barış ve esenlik yeri, kutsal, mukaddes, temiz” anlamlarına gelir. Ne var ki tarih boyunca en çok hırpalanan, acılara, saldırılara, işkencelere şahit olan yer olmuştur.
Kudüs, rivayetlere göre insanlığın ilk yerleşim yerlerinden ve Hz. Âdem’in ilk ibadet yeri. Tüm peygamberlerin orada bir mazisi olmuş, sadece Müslümanlar için değil, Hıristiyan ve Yahudiler için de çok kıymetli bir yer. Bu anlamda, tarihin hafızası, insanlığın DNA’sı, yeryüzünün kalbi Kudüs diyebiliriz.
Biz Müslümanların Kudüs’e verdiği kıymet ve mana ise bambaşkadır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (asm) Mescid-i Aksâ’da tüm peygamberlere imam olup namaz kıldıktan sonra oradan göğe yükselerek Miraç yolculuğuna çıkmıştır. Miraç hediyesi beş vakit namazın geldiği mübarek yerdir Kudüs. Hz. Ömer’in Kudüs’ü Hıristiyanlardan alması tam da nâmı gibi adalet ile olmuştur. Hiç kan dökmeden, savaşmadan, bir sözleşme yazarak Kudüs’ü teslim almıştır. Bu sözleşmenin bazı maddeleri şöyledir: “Kiliselerine ve haçlarına dokunulmayacak, Müslüman olmaları için zorlanmayacaklar, malları ve canları konusunda güven içinde olacaklardır.”
İşte böylece tam da Kudüs isminin manasını bulmuş olur. Adalet, barış, güven, huzur… Tarih boyunca Kudüs, ne zaman İslâm sancağı altına girse adalet ve barış ile yaşamış ve hiç kan dökülmemiştir. Yıllar sonra ne yazık ki, Avrupa’nın başlattığı Haçlı seferleri sonucu işgal edilmiş, on binlerce Müslüman katledilmiştir.
Ve gün gelir tekrar Hz. Ömer ruhlu adil bir kahraman yetişir Kudüs’ün imdadına. Selahaddin Eyyubî, hem de Miraç Gecesine denk gelen bir Cuma günü, Recep ayında Kudüs’ü fetheder. Adalet, barış ve güven teminatı ile tıpkı Hz. Ömer gibi, hiç kan dökmeden, kutsal şehre zarar verilmeden Kudüs alınır. Daha sonraki yıllarda Fatımîlerin ve Memlüklerin eline geçen şehir, 1516 yılında Mercidabık Zaferi ile Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilmiştir.
Yaklaşık 460 yıl Osmanlı himayesinde olan şehir, yapılan imar çalışmaları ile günümüze uzanan bir şekil almıştır. Medreseler, hanlar, suyolları, çeşmeler, aş evleri, hamamlar, sebiller gibi her taşında tarihimizin izleri vardır. Kudüs bizim geçmişimizdir. Kaybettiğimiz mirasımızdır. Elimizden alınan, yetim kalıp ağlayan evladımızdır.
Şimdi Kudüs yine savaş yurdu. Oysaki İslâmiyet ile barış, hoşgörü yurdu olmayı hak ediyordu. İslâm devletleri onu yalnız bıraktı. Etrafındaki bir avuç Müslüman’la adalet ve hürriyete kavuşmayı bekliyor. Bu zamanın en büyük farz vazifesi olan, Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin sağlanmayışı, barış ve adaleti de geciktiriyor. İslâm devletlerinin sahip çıkmadığı Kudüs, belki de şimdilik bize küs. Hadis-i şerifte rivayet edildiği gibi “Allah dilerse, yüce dine, bir fâcir eliyle de hizmet ettirir.” Biz Kudüs’e sahip çıkmazsak, belki de dünyanın başka yerlerinde sahip çıkan insanlar bulunur. Küfür devam eder, zulüm devam etmez.