Hz. Adem ve Havva, Cennet’te saadet içinde yaşarken; tek bir hata ile Dünya’ya indirilmişlerdi. Cennet vatandan ayrılık kim bilir ne büyük keder ve pişmanlıktı.
Her ikisi de dünyanın ayrı ayrı yerlerinde, üzgün ve perişan hâlde, Allah’a sürekli tövbe ederek gözyaşları içinde yıllarca dolaşıp durmuşlar. Sonunda Allah, tövbelerini kabul edip onları Arafat’ta Müzdelife denen yerde buluşturmuştu.
Hz. Adem ve Havva’nın kıssasını tefekkür ettiğimizde, bizim için pek çok dersler vardır. Halk arasında dünya için söylenen “Allah gördüğünden aşağı düşürmesin” diye bir söz vardır. Yani bir insanın zenginlik, bolluk, mutluluk içinde rahat bir hayatı varken; bir anda iflas etmesi, her şeyini kaybetmesi ona çok ağır gelir. Ya da şehirde rahat yaşayan birini, köye gönderseler, oradaki tarla, bahçe, hayvancılık işleri ona çok zor gelir. Bu durum dünyada böyleyse; Cennette her istediğinin olduğu, hayal edemeyeceğimiz manzara ve nimetlerle, rahat ve saadet içindeyken dünyaya düşmek ne büyük bir cezadır. Zira dünyada insan üretmek, çalışmak, acılara katlanmak, yaşamak için mücadele etmek zorundadır. Ancak, İlâhî kader böyle takdir etmiş ve netice itibariyle dünya hepimize bir imtihan meydanı olmuştur.
Çocuklarla bu kıssayı okuduğumuzda bir çocuk, hayal kırıklığı ve üzüntüyle: “Nasıl olur ya? Neden yasak meyveyi yemişler? Neden Allah’ın ikâzını dinlememişler? Şimdi hepimiz Cennette olacaktık” demişti. Çocuğun sorduğu bu sorunun benzerini Hz. Musa da, mânevî âlemde Hz. Adem’e şöyle sormuş: “Ey Âdem babamız, işlediğin günah sebebiyle neden bizi Cennet’ten mahrum bıraktın, bedbahtlığa attın?” Hz. Adem cevaben: “Sen ki, Allah’ın peygamber olarak seçtiği, kitap verdiği Musa’sın. Yaratılmamdan kırk yıl evvel Allah’ın kaderime yazdığı bir işten dolayı beni ayıplamaya kalkman olacak iş değil” demişti.
Sonuç olarak, dünyada imtihana tâbî olacağımız Allah’ın ezelî ilminde vardı. Allah, yarattıkları arasında en büyük kıymeti insana verdi. Bunun için insanı, melekleri geçebilecek kabiliyette yarattı. Bu müsabakada insanın karşısına şeytan ve şer yolunda olanları verdi. Böylece insan kendi irade ve çabasıyla âlâ-i illiyyine çıkabilsin. Hem Hz. Adem ve Havva sadece bir kez yanıldılar ve ağır bir bedel ödeyip, pişmanlıklar içinde tövbe ettiler. Peki ya bizler? Hayatımız boyunca kaç kez günah işledik? Kaç vakit namaz kaçırdık? Rabbimizin huzurunda kaç kez hata ettik? Şimdi biz de, Adem babamız, Havva anamız gibi tövbe edip ağlayarak, geldiğimiz vatanımız olan Cennete dönebilmek için, şeytan ve insî şeytanlarla mücadele etmeli, Rabbimize itaat etmeliyiz. Ona yalvararak affımızı istemeliyiz. Allah: “Ey günahta aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz O bağışlayan ve esirgeyendir.” Buyuruyor. Bir hadis-i Kudsî’de ise: “Ben kulumun zannı üzereyim. Kulum beni nasıl tanırsa öyle muamele ederim” buyuruyor.
Merhameti sonsuz Rabbimiz böyle müjdelerle birlikte bize zırh ve silah olarak şeytanları mahvedecek çok kuvvetli dualar, ayetler vermiş. Dolayısıyla doğrudan Rabbine bağlanan, Kur’an’a uyan, sünnete yapışan insan çok güçlüdür. Dünyadan, kabirden, mahşerden, hesap gününden, sırattan geçerek, Rabbimizin fazlıyla, Peygamber Efendimiz (as)’ın şefaatiyle Cennet’e girer inşallah.