Kızıluşağı köyü, yeni adıyla Bölünmez, Malatya ili, Pütürge ilçesine bağlı ve ilçenin 27 km güney doğusunda; Gerger ilçesi ile sınır olan şirin bir köydü.
Pütürge’ye gidebilmek için Bey dağından geçmeniz gerekiyordu. Dağın zirvesine yaklaştığınızda, tavanı ahşap, damı toprakla örtülü bir lokanta karşınıza çıkardı. Yörenin doğal ve nefis yemeklerini önünüze getirirdi garsonlar. Akşama kaldıysanız gaz lambasının ışığında yemeğinizi yerdiniz. Yola devam ederken Kemal Sunal’ın köyünün yol ayırımından ve Şiro çayını geçtikten sonra ilçeye varırdınız. Pütürge’den köye giderken dağlara paralel bir yol takip edersiniz. Köylülerin dere dedikleri alabildiğince uzun ve derin bir vadiyi geçtikten sonra virajlı yokuşları tırmanarak varırsınız. Köy heybetli bir dağın yamacına kuruludur. Yerleşim olarak her aile kendi korusu içinde evini inşa etmiştir. Evlerin dört bir tarafı dev ceviz, dut ve kavak ağaçları ile kartpostallık manzaralar teşkil etmekteydi. Evlerde genel olarak avlu bulunmazdı. Hemen bitişikte tarlalar olurdu. Bu evlere yakın tarlalara her çeşit meyve ve sebze ekilirdi. Tarlalara hayvan gübresi dışında hiçbir gübre kullanılmadığı için sebze ve meyvesine doyum olmazdı.
Doksanlı yıllarda köyde kapalı su şebekesi olmadığı için her mahallede en az bir çeşme bulunurdu. Bu çeşmelerin başında suya gelen genç kızlar kendi aralarında dakikalarca sohbet ederlerdi. Doyamadıkları sohbetlerini omuzlarında su dolu bidonları olduğu halde kızlardan birinin evinin önüne gelindiğinde de dakikalarca ayak üstü sohbete devam edilirdi. Köyde bahçelerini sulamak için köyün dört bir yanı arklarla çevrili idi. Her akşam iki veya üç evin bahçe sulama sırası olurdu. Nizasız bir şekilde sulama işi tamamlanırdı. Su o heybetli dağın dibinden akardı. O bereketli su hiç eksilmezdi. Sonbaharda ceviz hasadı yapılırdı. Kışın daha önceden kurutulmuş dutlarla beraber akşam yemeklerinden sonra evin kebanisi ev halkına ikram ederdi. Köyde yetiştirdikleri hiç bir ürünlerini dışardaki pazarlarda satmazlardı. Ektiklerini, biçtiklerini kendileri tüketirlerdi. Her hane bir iki keçiyi yaz aylarından başlayarak evin bahçesinde besler; kışa doğru kesip “keli” dediğimiz kavurmaları yaparak tenekelerde saklarlardı. Tabiî ki bu kavurmaları da kışın yemeklerle tüketirlerdi. Buna rağmen ekip biçtikleri ve beslemiş oldukları hayvanları tamamıyla geçimlerini sağlayamadığı için yetişkin erkekler her yıl yaz aylarında İstanbul’a para kazanmak için çalışmaya gider ve kışın tekrar köye dönerlerdi. Kazandıkları para ile ev halkına elbise ve diğer ihtiyaçlarında kullanırlardı.
Köy halkı eski geleneklerine sıkı sıkıya bağlı idi. Birkaç örnek verirsek: Kadınlar erkeklerin yanında asla yemek yemezlerdi. On yaşında dahi olsa karşıdan gelen kişi erkek ise; oturan kadın ayağa kalkar, arkasını döner, peştemalinin bir ucunu ağzını kapatacak şekle getirir, erkek kişi hizasını geçtikten sonra tekrar döner ve yerine otururdu. Evin odasında oturan yaşlıların önünde diğer erkekler oturmazdı. Genç erkekler kapı tarafında ancak oturabilirlerdi. Yaşlı amcaların giydikleri şalvarları hanımlarının yün ipliğinden elde dokudukları kumaştan olurdu.
Memleketimizin cömertliği Kızıluşağı köyünde zirve yapmıştı. Bir buçuk yıl köyde asker öğretmenliğim boyunca izzet ve ikramları beni derinden etkilemişti. Yabancıya hürmet ancak o kadar olurdu. Hal-i hazırda her biri bir yuva kuran ilkokul öğrencilerim hâlâ gözümde sevgi ve hasretle tütüyorlar. Bu kıymetli öğrencilerimle irtibatım hâlâ devam etmektedir.