Coğrafyamızdaki inanç, örf, âdet, gelenek ve hâlâ ayakta durmayı başaran aile yapısını borçlu olduğumuz nesil...
1927 yılının bir ilkbahar gününde bereketli yağmurların bolca yağdığı öğlen vakitlerinde baba İbrahim’e “Bir kızınız dünyaya geldi” müjdesi getirilir. İbrahim yeni dünyaya teşrif etmiş kızını görmeye gider, yüzünü örten örtüyü kaldırır ve nur yüzlü kızını dakikalarca temaşa eder. Baba İbrahim: “Annemin adı Meryem idi, izninizle bu kızımın adı da Meryem olsun, çünkü ben anneme hiçbir zaman doyamadım!” dediğinde gözlerinden o günkü yağmur misali usul usul yaşlar boşalır. İşte bu nur yüzlü Meryem benim annem!
Uzun bir ömre sahip, ahlâk abidesi annelerden birisiydi. Asırlık çınarımız, ailesine her daim yol gösteren, onları iyiye ve güzele yönlendiren; ailenin güçlü ve dinamik kalabilmesi için sürekli çabalayan biriydi. Hayatı boyunca mütevazı ve tasarruflu bir yaşamı ilke edinmiş, çevresindeki insanlara daima iyilik dağıtmıştı. ‘Cennet annelerin ayakları altındadır’ hadisinin manasına mazhar olan annem, kısa bir süre önce bu dünyadaki hayatına veda etti ve aslî vatanında istirahat etmek üzere berzah âlemine irtihal eyledi.
Gören, tanıyan, sohbetine iştirak edip taziyesine gelen her herkes onun bir şefkat ve ahlâk timsali olduğuna şahitlik ettiler. Âcizane ben de şahitlik ediyorum anne...
Aileyi ayakta tutan, o engin ahlâkları, cömertliği ve hayır severliği ile örnek teşkil eden annelerden son bir tanesiydi. Maalesef bu pırlanta mesabesinde olan nesil nihayet buluyor. Hiç şüphesiz hepsi görevlerini lâyıkı ile yerine getirdiler. Peki neydi görevleri? Güzel ahlâk, aileyi ayakta tutma, iktisatla yaşama, toplum içindeki en kıymetli müessese olan namus mefhumunu hep diri ve ayakta tutma ve daha fazlası... Maalesef bu örnek nesilden çok az insan kaldı. Ne yazık ki o altın kıymetinde olan sözlerini artık canlı dinleyemeyiz. O anaların hepsi uçup gittiler, vazifelerini tamamladılar. İşte Meryem anam da onlardan bir tanesi idi. Doksan yedi yıllık bereketli bir ömrünün çoğunu yokluklar içinde geçirmişti.
Merhum babam Kur’ân’ı öğrenmem için imama götürdüğünde annem babama dedi ki “Oğlumuz hem Kur’ân’ı okusun hem de mektep okusun. Biliyorum diyeceksin orta mekteb ancak kazada var, orada da onu besleyecek gücümüz yok ama ne yapıp edip oğlumuzu okuturuz Allah yardım eder.” Babam: “İlkokulu okusun ona müsaade ederim lâkin orta mektebe gönderemeyiz” dediğinde annem seslenmedi, ta ben ilkokuldan mezun oluncaya kadar. Bu arada Hakkâri (orta-lise) yatılı okul imtihanını da kazanmıştım. İlkokul mezuniyetinden sonra okulların açılmasına az bir zaman kala annem babama dedi ki; “Gel, beni kırma. Bu çocuğu orta mektebe oradan da okuyabildiği yere kadar gönderelim. Çocuk yatılı okul imtihanını kazanmış bir masrafımız da olamaz.” Babam ise “Benim oğlum yanımda, gözümün önünde kalsın isterim” dedi. Annem babamı iknaya yetmeyeceğini anlayıp, “O zaman senden bir isteğim var. Bu çocuğu ben orta mektebe kayıt edeceğim, sen hiç karışma, onu ben götüreceğim” deyince babam ses çıkarmadı. Sükût ikrardandır tabirinden yola çıkarak okulların kayıt döneminde annem elimden tutarak meşakkatli bir yolculuktan sonra Hakkari’ye götürüp okula yazdırdı. Köyümüzdeki akranlarımın hemen hiç birisine nasip olmayan bir orta öğretim okuluna annem sayesinde kavuşmuş oluyordum. Annem okula alışmam için yetkililerden izin alarak pansiyonun misafir odasında iki gün kalarak benim gurbete alışmam için çabaladı. Ayrılmadan önce annem, “Oğlum, biliyorum bizi çok özleyeceksin, çünkü köyden, bizden ilk defa ayrı yaşayacaksın. Kuşkusuz bizler de seni çok özleyeceğiz ama sabredeceksin” dedi ve bir anne sıcaklığı ile beni kokladı, öptü ve arabaya bininceye kadar geri geri bakarak ayrıldı.
Allah gani gani rahmet eylesin, mekânın Cennet olsun. Ne öğrendiysem senden öğrendim sevgili annem!