Sırtını siyasî vesayete dayamış olan tarafgir, gelip tahakkümvâri bir edâ ile diyor ki:
İktidarın icraatlarını eleştirip durma. Sana mı kaldı o iş? İç politika, dış politika; sen anlamazsın o işlerden. Sen yapılan atılımlara bak. Büyük eserlere bak, gör. Onları yaz, anlat. Geçmişle kıyaslayarak anlat, yaz… Yok “U” dönüşüymüş, yok “O” dönüşüymüş; yahu sana ne bundan? Yok adalet bitmiş de, yok yargı sistemi işlemiyormuş da, falan-filan. Sen kendi işine bak. Diğer işlere karışma, eleştirip durma. Bak, o zaman sana karışan oluyor mu? Ama sen rahat durmaz ve eleştirilere devam edersen, göreceğin muamele de ona göre olur. Sen demek ki karşı taraftasın. Bize düşman olanlarla berabersin. Yaptığın şey, onlara yardım hesabına geçer.
★
Evet, “siyasî vesayet” işte gördüğünüz gibi: Nasıl düşüneceğinizi, hatta neleri yazacağınızı bile size dayatmaya ve dikte ettirmeye çalışıyor. “Şunu yaz, bunu yazma” diye, adeta emir ve direktif veriyor.
Yani, kendi istediğin gibi düşünemezsin demeye getiriyor. Elinden gelse, düşünce hürriyetinizi bile elinizden alacak.
Siz ise, dengesiz iç ve dış politikalarla, ülkenin tehlikeli oyunların içine sürüklendiğini fark ediyorsunuz; bir taraftan da milletin maddi-manevi yönden cayır cayır yandığını görerek, yapılan vahim yanlışlara dikkat çekmeye çalışıyorsunuz. Maksadınız, düzelme yolunda yardımcı olmak, iyi şeylere katkıda bulunmak. Ne var ki, buna bile tahammül edilmeyerek dışlanıyorsunuz.
Allah aşkına söyleyin, fikir hürriyetinin olmadığı yerde demokrasi olur mu? Hak-hukuk-adâlet yerini bulur mu?
Bu nasıl bir anlayış, vatan ve milletin hayrına olacak nasıl bir politika takip ediliyor, anlamak, izah etmek kolay değil.
★
Habire ötekileştirerek “Düşmanla beraber olma” meselesine gelince...
Şu siyasî vesayet, ne yazık ki, sürekli şekilde düşman değiştiriyor. Öyle ki, “U” dönüşleri yetmedi, sıra “O” dönüşlerine geldi. Dün düşman, bugün dost oluor; dün dost olan bugün düşman olabiliyor.
Ne kadar dönerse dönsün, sen onu desteklemediğin, hatta alkışlamadığın müddetçe, sana da düşman veya öteki nazarıyla bakıyor.
Bu sakim anlayış neticesinde, içte ve dışta samimi dostların sayısı azalırken, düşmansız yapamadığı için, açık-gizli düşman ittifakında artış oluyor. Böylece, ortaya kelimenin tam anlamıyla “güvensiz”, yani hiç güven vermeyen bir iktidar, bir yapı, bir tarz-ı siyaset çıkıveriyor.
Oysa bakın, “Düşmanı sürekli değişenin dostluğuna güven olmaz” diye, çok isabetli bir söz var. Bu söz, sanki gözümüzle gördüğümüz mevcut siyasî vesayetçileri tarif ediyor.
★
Hâsılı kelâm: Ey vesayetçi kafa!
Sen bana karşı her türlü zulüm ve haksızlığı revâ görürken, her türlü müeyyide ve ambargoyu uygularken, gizli-açık her türlü kin ve adâveti beslerken, beni daha fazla cezalandırmak için elinden geleni ardına koymazken, benden daha ne istiyorsun?
Sana tâbi olmamı mı bekliyorsun? Diğerleri gibi sana boyun eğmemi, yahut alkış tutmamı mı bekliyorsun? Kendimi inkâr, geçmişimi red etmemi mi bekliyorsun? Sana serfürû edip itibarımı kaybetmemi istiyor ve bekliyorsun?
Sana açık ve net şekilde ifade edeyim ki, daha çoook beklersin. Beklersin de, ama sonunda yine avucunu yalarsın. Sen, girmiş olduğun son faslını da tamamlayıp gidersin; ama, ben izzetimle, şerefimle aynı istikamette hizmetime biiznillah devam edip giderim. Bunu herkes böyle bilsin.