Tahir Elçi, Diyarbakır’daki terör saldırısının kargaşa ve tarrakası esnasında kafasına isabet eden bir mermi ile vefat etti.
Bu mermi, kimin silâhından çıkmış olursa olsun, bu cinayetin birinci derecede müsebbibi, dolayısıyla en büyük günah ortağı teröristlerdir ve PKK terör örgütüdür.
Sebebi, böylesine müessif bir neticeye bizzat kendilerinin sebep olmaları, yahut sebebiyet vermeleri...
Zira, hayır veya şer, her kim bir işe, bir fiile sebep olduysa, o kimse o işi yapan, o fiiliyatı işleyen gibidir.
Bu hüküm, bir kudsî kaynağa dayanmaktadır ki, ona bütün zerratımızla inanmış, kanaat getirmişiz.
* * *
Resûl-i Ekrem’in (asm) buyurmuş olduğu “Essebebu ke’l-fâil” Hadis-i Şerifelerinin sırrı şudur ki: “Kim iyi bir çığır açarsa, ondaki hayır devam ettikçe, bir misli o çığırı açanın defter-i âmaline yazılır. Kim de fenâ bir çığır açar, o devam ettiği müddetçe yekûn şerler ona yazılır.”
İşte, bunda hiç şek ve şüphe yoktur ki, özellikle 1984’ten itibaren devletin güvenlik kuvvetleriyle kanlı ve silâhlı çatışma yolunu seçen PKK terör örgütüdür.
Aynı şekilde, bu örgüt, Kürtlerin kalbinden, fikrinden, vicdanından, irfanından çıkmış değildir.
Zaman içinde Kürtlerin bir kısmını yanına çekmesi de, akıl-vicdan terazisiyle değil, kin-intikam duygusu ve ölüm çarkını, zamanla Kürtler ile devlet arasında bir “kan dâvâsı”na dönüştürmesiyle ancak mümkün olabilmiştir.
Terörün taban bulmasına çanak tutan Kemalist devletin ve hükûmetlerinin yekûn tutan hatası ve günahı ise, teraziye gelmeyecek kadar ağırdır. Ne var ki, günahı pek azim olan bu gaddar ruhu Kürtlerin üzerine celp ederek, onu masumlara da musallat eden, yine terörizme dayalı silâhlı eylem yöntemleridir.
Halka vurmak, masumları ezmek isteyen bir devlet, bu yöntemleri rahatlıkla bahane yapar, ya da gerekçe olarak kullanır.
Esasında, terör örgütü de, devlet eliyle masum Kürtlerin ezilmesini istiyor. Buna çıkarı var. Zira, canı yanan, sıkıntıya düşen kimselerin onların tarafına geçeceğini hesap ediyorlar.
İşte, bu mantık hesabına göredir ki, güvenlik kuvvetlerini büyük kitleler halinde doğudaki şehirlere ve kırsal alanlara çekmeye çalışıyorlar.
Özellikle, şu sıralarda şehir merkezlerinin cadde ve sokaklarında hendek kazmalarının, duvar örmelerinin, bariyer kurmalarının mantığı da yine aynı hesaba dayalı.
Bu hesaba göre, silâhlı örgüt gruplarıyla devletin güvenlik birimleri arasında sıkıştıkça sıkışan, ezildikçe ezilen halk, günün birinde canına tak edecek ve “Yeter artık!” diyerek kontrolden çıkıp sokağa dökülecek. Örgüt de, bu kaostan istifade ile maksadına nail olacak.
Onlar, nihaî hedefe varıncaya kadar, kendilerince bir “direniş” sergiliyorlar. Bu direnişler esnasında kimin öldüğü, kimin canının-malının yandığı da hiç önemli değil. Önemli olan, kaotik gerilimin tırmanması/tırmandırılmasıdır.
Öyle ki, bu kanlı gerilimden yana olmadığını izhar eden Tahir Elçi bile, aynı örgütün özellikle Kandil ayağı tarafından türlü baskı ve tehditlerle yıldırılmaya çalışıldı.
Şeyh Said’in içtihadı
Bundan doksan yıl evvel, Şeyh Said Efendi de, kendi içtihadına göre “silâhlı mücadele” metodunu mübah ve normal görüyordu. Fakat, bizzat kendisi henüz start vermiş değildi.
Bediüzzaman Hazretleri ise, o da kendi içtihadına göre bu tarz bir mücadele usûlünü şiddetle reddetti.
Üstelik, bu cevab-ı red esnasında, Türkiye hükümeti, tarihin en kanlı, en cebbar diktatörleri tarafından yönetiliyordu.
Üstad Bediüzzaman, buna rağmen silâhla değil, fikir yoluyla mücadele metodunu benimsedi ve “doğru İslâmiyet”in de esasen bunu emrettiğini yazıp neşretti.
Oysa Şeyh Said, halis-muhlis bir zât idi. Dine hizmetten başka bir gayesi, emeli, arzusu yoktu. Bu yönü itibariyle, PKK ile kıyas kabul etmez bir ayrıcalığa sahiptir.
Buna rağmen, içtihadı hatalıydı ve neticesi de akim kalmaya mahkûmdu. Nitekim öyle oldu.
Hiç şüphe yok ki, PKK eylemlerinin de neticesi akim kalmaya mahkûmdur. Zira, Kürtler, Türk kardeşlerinden ayrılmak istemiyor. Bütün ülke halkı için gereken temel insanî hak ve hürriyetlerin sağlanabilmesi için de, mücadelesini hukuk, demokrasi ve meşrûiyet içinde kalarak sürdürmekten yanadır.
Bunun adı da “müsbet hareket metodu”dur. Bunu dışına çıkanlar, vukua gelen her türlü menfi hadiseden sorumlusu olup ağır vebâl altındadır. Zira, menfi hareketlerden dolayı zarar görenlerin yüzde 99’u masumdur. Mâsumların hakkına, hukukuna girenler gibi, zulme sebebiyet verenler de zalimler zümresine dahildirler.
Son olarak, Üstad Bediüzzaman’ın bu hususa dair kısacık bir yorumunu aktaralım: “...Âyet-i kerimenin fermânıyla, zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki ednâ bir meyil edenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünkü, rıza-yı küfür küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.” (Mektûbât, s. 345)
* * *
@salihoglulatif: Cenâb-ı Hak, zulme değil yalnız âlet veya taraftar olanı, belki ednâ-basit bir meyil gösterenleri dahi, dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünkü, zulme rızâ dahi zulümdür.
* * *
Her kesimden vatandaşı türlü bahanelerle ezen, katleden Kemalizme karşı medenî usûllerle mücadele etmek lâzım iken, PKK katmerli vahşet yolunu seçti.