İslâm tarihinin ender şahsiyetlerinden biri de, hiç şüphesiz Şeyh Abdülkadir Geylânî’dir. Milâdî takvime göre, doğumu 1 Kasım 1077, vefât tarihi ise 17 Temmuz 1166 olarak bilinir.
Bundan yaklaşık 940 sene evvel Geylân’ın bir köyünde (İran) doğan Şâh-ı Geylânî’nin mezar-ı şerifi Irak’ın Bağdat şehrindedir.
O büyük evliyânın geniş zaman ve mekâna nüfûz etmiş, yayılmış pekçok meziyeti, hususiyeti var. Bunların bir kısmını, aşağıda özet hâlinde takdim etmeye çalışalım.
* * *
Şâh-ı Geylânî Hazretlerinin, neseben hem Seyyid, hem de Şerif olduğu, gerek ulemâ ve gerekse ümmetin ekseriyeti tarafından umumî kabul görmüş bir husustur. Anne tarafından Hz. Hasan’a (ra) dayandığı için Şerif, baba tarafından Hz. Hüseyin’e bağlandığı için de Seyyiddir. Yani, bu ciheti itibariyle “zülcenâheyn” olan bir zât-ı mübarektir.
Esâsen, İslâm tarihi boyunca mücedditlerin, müçtehidlerin, büyük imam ve aktapların, fikren ve mânen Kur’ânî bir çığır açan zâtların hemen tamamı, neseben Seyyid yahut Şeriftir.
Hz. Muhammed’i (asm) Âhirzaman Peygamberi olarak göndermeyi tensib eden takdir-i İlâhî, bunu da böyle iktizâ etmiştir: Kıyamete kadar gelecek olan (Seyyid Abdülkadir Geylânî, Seyyid Ebu’l-Hasen-i Şâzelî, İmam-ı Şâfiî, Seyyid Ahmed-i Bedevî, Seyyid Ahmedü’s-Sünûsî, Seyyid İdris, Seyyid Yahya gibi) vazifeli kudsî zâtları, o “nesl-i mübarek”ten takdir etmeyi murat eylemiştir. Bize düşen, hâşâ ki itiraz etmek değil, bunun hikmetini idrake çalışmaktan ibarettir.
* * *
Geylânî Hazretleri, vefatından sonra da “tasarrufu devam eden” büyük evliyâlardan biri olarak kabul edilir. Darda-zorda olan salihlere mânen himmet ettiği, ruhaniyeti itibariyle yardımlarına yetiştiği hususunda, yine ümmetçe umumî bir kanaat hâsıl olmuştur.
Neseben onunla aynı durumda olduğuna kanaat getirdiğimiz Üstad Bediüzzaman Hazretleri, çocukluğuna dair Şâh-ı Geylânî hakkında şu hatırasını nakleder: "Ben sekiz-dokuz yaşında iken, bütün nahiyemizde ve etrafında, ahali Nakşî tarikatında ve oraca meşhûr Gavs-ı Hizan namıyla bir zâttan istimdat ederken, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak ‘Yâ Gavs-ı Geylânî!’ derdim. Çocukluk itibarıyla elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz birşey kaybolsa, ‘Yâ Şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim bu şeyimi buldur.’ Acaiptir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duâsıyla imdadıma yetişmiş. Onun için bütün hayatımda umumiyetle Fâtiha ve ezkâr ne kadar okumuşsam, Zât-ı Risâlet’ten (asm) sonra Şeyh-i Geylânî’ye hediye ediliyordu.” (Tarihçe-i Hayat)
* * *
Yine Nur Külliyâtına dahil olan bir eserin ismi “Kerâmet-i Gavsiye Risâlesi”dir.
“Sekizinci Lemâ” olarak “Lemâlar”da yer alan bu risâle hakkında, Üstad Bediüzzaman şunları ifade eder: “Bu Kerâmet-i Gavsiye Risâlesi, tedrîcen istihraç edildiği için birkaç parça oldu ve tetimmelere inkısâm etti. Gittikçe birbirini tenvir ve te’yid ettikçe vuzuh peydâ ediyor... Bu risâlede, kerâmet-i Gavsiye münâsebetiyle birkaç ehemmiyetli mesele ve birkaç mühim hakîkat beyân edilmiştir. Bu risâleyi herkese tavsiye etmiyorum ve izin vermiyorum. Belki, safvet ve insaf ve ihlâs ve hususiyeti bulunan kardeşlerime müsaade ediyorum. Hem, başında olan maksatlarımı düşünerek öyle baksın; beni, bir kerâmetfürûşluk vaziyetinde tasavvur etmesin.”

***
@salihoglulatif:
BEDİÜZZAMAN: Gavs-ı Âzam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevî hayata mazhar olan evliyalar var. Gavs’ın hususî İsm-i Âzamı ‘Yâ Hayy’ olduğu sırrıyla, sâir ehl-i kubûrdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhûr, Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayyâtü’l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs’tan sonra mematları hayatları gibidir. (Barla Lâhikası)