İman dersine herkesin ihtiyacı var. Okunduğunda, dinleyen herkesin ondan hissedar olur. Kabiliyeti nisbetinde ondan feyiz alır, istifade eder.
İşte, böyle bir iman dersine dünyevî hasapları zinhar karıştırmamalı. Hele ki, siyasî ve ticrarî menfaatleri karıştırmaktan şiddetle kaçınmalı. Aksi halde, derse gelenleri ve dinleyenleri şüpheye düşürüp, onları sû-i zanna sevk etme tehlikesi zuhûr eder.
Oysa ki, sırf lillah için olan bir imân dersinin derecesi, bütün siyasetlerin, bütün ticaretlerin ve hatta dünyevî bütün maksatların üstündedir. Dünyevî hiçbir gaye ve maksadın haddi değil ki, o kudsî iman hakikatini kendine âlet ve basamak yapsın.
*
Serapa iman kurtarma hareketi olup insanlara tahkiki imanı kazandırma vazifesini gören Risâle-i Nur, hakikaten “vesvesesiz bir imân dersi”ni veriyor. Küfür ve inkâr cephesine karşı bir “Sedd-i Kurânî” teşkil etmesi de, yine aynı maksada mâtuftur.
Bunun dışında, Risâle-i Nur’un başka bir hesabı, gayesi, hedefi, maksadı yoktur.
Gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında dinî tandanslı öyle platformlarda bulunduk ki, en kritik aşamada dünyevî hesapların adeta tavan yaptığını hayretler içinde müşahade ettik. Dinî sohbetin en can alıcı noktasında, ya “Pamuk eller cebe” denip para isteniyor, ya da sandığa giderken hangi partiye oy verilmesi gerektiğine dair radikal telkinlerde bulunuluyor.
İşte, bu gibi durumlarda, biçare ve mütehayyir insanlarda şüphe ve tereddüt uyanması gayet normaldir. İmana müştak ve muhtaç kimselerin zihninde “Biz buraya niçin geldik? Dünya için mi, yoksa âhiretimiz için mi geldik? Şu dinî telkinlerden sonra oy ve para hesabının yapılması da neyin nesi?” diye çengelli sorular dolaşmaya başlar. Görünürdeki din-iman hizmeti şaibe altında kalır. Bu ise, haliyle kişide istifade ve istifazayı zaafa uğratır.
*
Umuma açık iman dersi esnasında, bize de aktüel siyasî meselelere dair sorular bazen soruluyor. Böyle siyasî konulara meraklı olanlarla konuşmaktan, onlarla sohbet etmekten kaçınmıyoruz elbette. Dolayısıyla, soru sahiplerini de kırmıyoruz. Ve fakat, siyasete dair konularda sohbet etmeyi, yahut müzakerede bulunmayı “dersten sonra”ya tehir etmeye çalışıyoruz.
Yani, o konulara meraklı olanlarla iman dersinde ve umumun önünde değil, belki hususî olarak ilgilenmeyi tercih ediyoruz. Çünkü, Risâle-i Nur’un okunduğu tahkiki imân dersine gelen kimseler, günlük siyasî konuları, polemikleri, tartışmaları dinlemek için gelmiyor. Dolayısıyla, iman dersine muhtaç ve müştakları da istemedikleri herhangi bir durumla karşı karşıya bırakmamalı. Doğrusu, buna hakkımız da olmasa gerek.
Kezâ, imân dersinde, muvafık-muhalif hiç fark etmiyor. Her siyasî görüşten insan, rahatlıkla ve hiç çekinmeden iman dersine geliyor, gelmeli, gelebilmeli...
Siyasî görüşü veya tercihi ne olursa olsun, iman cihetiyle o dersten nasibini almaya geliyor. Bu onun en temel hakkıdır. Onu bu mânevî feyizden mahrûm bırakmamalı.
*
Siyasî muhtevali mevzular, ekseriyetle içinde tarafgirlik barındırıyor. O halde, son sözü Emirdağ Lahikasındaki şu vecize ile bağlayalım: “İman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost-düşman, derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır.”