Bu haftanın ilk günü, bir “Kahraman-ı Hürriyet” olarak tarihe geçen meşhur “vatan ve hürriyet şâiri” Namık Kemâl’in Bolayır’daki mezarını ziyaret ettik.
Çanakkale’deki ağabey ve kardeşlerle birlikte, şehir merkezinden feribotla Gelibolu Yarımadası’nı geçtik. İstanbul istikametinde yaklaşık 60 km gittikten sonra Gelibolu ilçe merkezine vardık. Oradan da yakın mesafedeki Bolayır köyünün tarihî mezarlığına gittik.
Mezarlığın en ferâh, en havadar yerinde Hürriyet Kahramanı Namık Kemal (1840-1888) ile Orhan Gazi'nin oğlu Rumeli Fatihi Süleyman Paşanın (1316-1357) mezarı yan yana duruyor. Allah kabul etsin, mezarı başına giderek onlara dualar okuyup ruhlarına Fatihalar gönderdik.
Ayrıca, tarihte görmüş oldukları mühim vazifeleri birlikte yâd ettik. Cenâb-ı Hak, erken yaşta vefat eden o iki müstesna kahramana ganî ganî rahmet ve mağfiret eylesin.
Bilvesile, Üstad Bediüzzaman’ın tâbiriyle “ehl-i kemâl bir zât” olan Namık Kemâl’i biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
*
Meşhûr Kemâl olarak da bilinen Namık Bey Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğdu, 2 Aralık 1888’de de Mutasarrıflık yaptığı Sakız Adası’nda vefat etti.
Kendisinin vasiyeti olarak da kabul edilen “Bolayır’da gömülme arzusu” dikkate alınarak, naaşı, yakın dâvâ arkadaşları tarafından bilâhare Sakız’dan Çanakkale Boğazı’na nâzır bir mevki olan Bolayır’a nakl-i mezar sûretiyle getirildi.
Mezarlık, İstanbul-Çanakkale yoluna çok yakın bir mesafede. Anayol üzerindeki Bolayır kavşağı ile mezarlık arasındaki mesafe 1-2 km ancak var. Süleyman Paşa ile Namık Kemâl’in kabristandaki mezarları her daim ziyarete açıktır.
*
Meşhur olmuş şahsiyetler arasında, Namık Kemâl kadar hakikî hüviyet ve şahsiyeti az bilinen, daha doğrusu yanlış olarak bilinen çok nâdir kimse vardır.
Bütünüyle uydurma fıkralara ismi karıştırılan bu “ehl-i kemâl” zâtın gerçek şahsiyeti, ne yazık kasten kirletilmeye çalışıldı. Tıpkı, diğer iki “kahraman-ı hürriyet” olan Enver ve Niyazi Beyler gibi…
Şayet, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu zâtlar ve bilhassa Namık Kemâl hakkındaki senâkâr ve takdirkâr beyanları olmasaydı, muhtemelen biz de onları hakikî yönleriyle bilemez, tanıyamaz olacaktık.
*
Evet, bilhassa hürriyet, meşrûtiyet, adâlet ve Kànun-i Esâsî’nin (Anayasa) tekâmülü gibi hayatî meselelerde, Namık Kemâl, hakikaten bir nevî “bayraktarlık” vezifesini deruhte etti.
Kezâ, “Ahrâr-ı Osmaniye”den oldukları halde “Avrupa meftunu” olmayan Namık Kemâl ve Ziya Paşa gibi şahsiyetler, Bediüzzaman Hazretlerinin nazarında, birer “Dâhî edip, hamiyetli Ahrar ve basiretli siyasîler” unvanını kazanmışlardır.
O basiretli şahsiyetler, Osmanlı Saltanatının mukadder âkıbetini tâ 1860’lardan itibaren gördüler ve ona göre de fikrî kaynak, idarî alternatif modelleri geliştirmek için âdeta vakf-ı hayat eylediler.
Fakat, ne yazık ki, dönemin Padişah ve Sadrâzamları başta olmak üzere, devlet-hükûmet erkânlarının kısm-ı âzamı o basiretli zatları bir türlü anlamadı, anlayamadı. Doğrusu, günümüzde “aydın” diye geçinen kimi “şahısperest bağnaz” kimseler, o müstesnâ şahsiyetlerin hakiki ideallerini hâlâ anlayabilmiş değil.
*
Hürriyet, Meşrûtiyet ve Kànun-u Esâsî (Anayasa) gibi sosyal hayatın can damarını teşkil eden meselelerde, Namık Kemâl ile Üstad Bediüzzaman’ın fikir ve kanaatleri arasında muazzam bir benzerlik, fevkalâde bir müştereklik var.
Misâl: Namık Kemâl’in “Aşkına esir olmayı, esaretten kurtulmak” mânâsında tâbir ve tasvir ettiği hürriyet hakikatini, Üstad Bediüzzaman “imana nisbet” ile şu kanaatini izhâr ediyor: “İman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet.” (Münâzarât: 59)