Dört kitabın dördü de haktır. Yani, Kurân, Tevrat, Zebur gibi şüphesiz İncil de İlâhî’dir, semâvîdir, haktır, hakikattir. Aynı zamanda, vahiy ile gelen bu dört kitabın dördü de gerçekte, yani nefsü’l-emirde tektir, birdir; yani, birbirinden farklılık arz eden ayrı ayrı nüshalar şeklinde değildir.
Ne var ki, orjinali, yani hakiki nüshası ortada bulunmayan İncil’in bin yedi yüz senedir dört ayrı nüshası kudsî olarak kabul ediliyor. Miladî 325 senesinde İznik'te toplanan papazlar, İncil sayısını dörde çıkarmak sûretiyle, Hıristiyanlık dinini adeta yeniden şekillendirmiş oldular.
Oysa, vahye dayalı olan semavî dinleri, insanlar kendi arzu ve tercihlerine göre şekillendiremez. Kendine göre şekil vermeye yeltendiğinde, hurafelere kapı açılır ve işin içine başka türlü sakatlıklar da girer. Meselâ, kutsal kitap sayısı dörde çıkınca, kutsal İlâhî varlığa karşı olan inanç ve itikatta da değişmeler baş gösterir. İşte, teslis itikadı, yani “üçleme” denen “Allah-İsa-Meryem” özdeşliği, söz konusu beşerî düzenlemenin doğurmuş olduğu ucûbe neticelerden biridir. Bir diğeri de “vaftiz” ve hâkeza…
Şimdi, İncil sayısını dörde çıkaran (ya da indiren) hadisenin tarihî seyrine bakalım.

*
Meşhûr İznik Konsili, Miladî tarihle 19 Haziran 325’te toplandı. Yaklaşık 300 kadar papaz, İncilleri dörde indirmek ve “Tevhid” akidesini “Teslis”e çevirmek için İznik’te bir araya geldi.
Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Constantinus’un teşebbüsüyle İznik’te toplanan kiliseler birliği yüksek konseyi, neticede istenildiği gibi İncilleri dörde indirmiş oldu. Bir başka ifade ile, tek olan Allah inancını "kutsal üçlü"ye çıkarmayı başardı. Ayrıca, her yıl kutlanacak olan Paskalya Bayramı da yine aynı toplantıda kararlaştırılmış oldu.
Bu tarihî toplantı, aslında dinî olmaktan ziyade siyasî maksatlı idi. Nitekim, alınan kararların hemen tamamı Bizans İmparatorunun emir ve direktifleri istikametinde şekillendi. Zaten, o günkü şartlarda bunun başka türlü olması da beklenmiyordu.
Ne var ki, Hıristiyan dünyasının tamamı İznik Konsilinin kararlarına tabi olmadı. Bir kısmı "Hıristiyan muvahhid" ünvânına lâyık olarak dinî inancını devam ettirdi. Meselâ, Bogomil mezhebine bağlı olan Boşnaklar ve diğer bazı Balkan toplulukları gibi.
Dünyanın muhtelif yerlerinde muhtemelen bugün bile varlığını sürdüren bu (muvahhid) kesimden bazı İsevilerin, dinî ve siyasî baskılar sebebiyle kendilerini rahatça ifade edemedikleri ve serbestçe ortaya çıkamadıkları söylenebilir.
*
Hıristiyanlığın ilk yayılışı, şüphesiz ki "Tevhid inancı" şeklindeydi. Tek Allah'a, O'nun vekilsiz ve şeriksiz olduğuna, Hz. İsa'nın da Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna inanılırdı. Esasında, buna Hıristiyanlık yerine "İsevilik" demek, belki hakikate daha uygun düşer.
İsevilik dini, diğer semâvî dinler gibi hak olup İslâmın doğuşuna kadar da geçerliliğini muhafaza etmiştir. Ancak, bilhassa Miladî 4. asırdan itibaren dejenere edilmeye başlandı ve hâkim siyasî otoritenin menfaatine uygun hale sokulmaya çalışıldı.
Nitekim, 325’teki İznik Konsili de böyle bir tesir altında toplandı ve kabul ettiği kararları da hâkim yönetimin hoşuna gidecek bir şekle sokmuş oldu.
Böylelikle, Hıristiyanlık dini ciddî anlamda tahrif edilmiş ve bu dinin hükümleri mukaddes değerlerden çok, siyasî ve dünyevî maksatlar için kullanılmaya başlandı.
Bu kıssadan çıkarılacak bir hisse şudur: Tevhid ehli olan İseviler, bugünkü dünyada azınlık teşkil etmesine rağmen, bunlar "Eski Ahit" inancına daha yakın durumdalar. Tarih seyri içinde ekseriyeti Müslüman olmuşlar. Aynen Bogomil Boşnaklar gibi. Geri kalanların da İslâma sarılması ve "Müslüman İsevîler" nâmıyla ortaya çıkması mümkün.
Hıristiyanlık âlemi, inşallah bilumum hurafeden sıyrılarak dinin asliyetine rucû eder ve Hz. İsa ile müjdelenen nurlu yeni bir dünyaya doğru ciddî adımları atmaya başlar.