Soğuk kış mevsiminin bir 21 Şubat günü “cemre gibi düştü” Bâbıâli’nin bağrına; adını koydular Yeni Asya diye…
Aynı gün, Avrupa’yı Asya’ya ilk kez bağlayacak olan asma köprünün temelinin atıldığı manşetiyle çıktı.
Bu manada daha başka tevafuklar da var; ama, bugünkü konumuz ayrı. Nazar-ı ufkumuz, bu gazetenin nasıl ayakta durabildiğine dair vaki bir suâlin cevabı üzerinde.
*
Bu gazete, yarım asrı geride bıraktı. Tam 53 yıldır dimdik ayakta. Bu uzun ömrünü, şüphesiz başta Allah’ın inayetine, sonra da sâdık, kadim, şuurlu, vefâlı, sebatkâr, fedakâr okuyucularının desteğine borçlu.
Türkiye ve dünya çapında bir marka olarak da fikirlerde, vicdanlarda mâkes bulan Yeni Asya, gazete başta olmak üzere, kitaplar, dergiler, takvimler ve sair neşriyat unsurlarıyla birlikte varlığını vakar ile muhafazaya bugün de devam ediyor. Üstelik, her türlü batırma, bitirme, söndürme, yıldırma, bulandırma niyet ve teşebbüslerine, dahilî ve haricî bilumum baskı, müdahalelere ve saptırma niyet ve çabalarına rağmen, dayanmış olduğu şahs-ı mânevi ile birlikte, mustakim bir vaziyette ve istikametli bir yolda neşriyat hizmetine aynen devam ediyor.
Dahası, hakkı olan resmî ilân hakkının bin yüz küsûr gündür keyfî ve cebrî bir sûrette kesilmiş olmasına rağmen, yine de hayatta ve ayakta durmaya muvaffak oluyor.
Bu dayanılmaz hâl ve şartlar altında şunu çoklar soruyor “Yeni Asya’yı kim ayakta tutuyor?” diye. Cevap yukarıda, hemen ilk cümlelerin içinde: Bu gazete ve Yeni Asya markasıyla temsil etmiş olduğu neşriyat hizmeti, Allah’ın inayeti ve sâdık okuyucu kitlesinin desteği sayesinde ayakta duruyor. Yoksa, resmî ilân alamayan bir gazetenin Türkiye şartlarında çıkması ve ülke genelinde dağıtım yapmak sûretiyle hayatiyetini idame ettirmesi, normalde pek mümkün görünmüyor. Sanırım, bu noktada Yeni Asya gibi örnekler, değil Türkiye’de, dünyada bile pek nadirdir. Öyle ki, Yeni Asya’dan çok sonra çıkanların bile çoğu ya kapandı, ya lokal dağıtımla sınırlandı, ya dijitale geçti, ya da naylon gazete durumuna düştüler.
*
Yeni Asya, yarım asrı aşan bereketli ömründe, çok büyük badireler atlattı. Çok ağır bedeller ödeyerek bugünlere geldi: Sayılamayacak çok mahkemeler, hapisler, baskıcı yaklaşımlar, ağır para cezaları, cebren kapatmalar, vesaire…
Bir tek misâl vermek gerekirse, o zalimane, münafıkane 12 Eylül dönemini hatırlatmak yeterli olur.
Evet, acı misâlimiz ve yaşanmış masalımız 12 Eylül’ün o ceberrut dönemine ait. Esasen, o günlerde görüp yaşadıklarımızı daha dün gibi hatırlıyoruz.
Meselâ, çok istediğimiz halde yaşayamadığımız, hayata geçiremediğimiz bazı şeyler var, o günlerin ağır ve kasvetli şartları sebebiyle.
Nedir o? Meselâ, gazetemizin 13. kuruluş yıldönümünü kutlayamadık. Bu, içimizde bir ukde olarak kaldı.
Bırakınız yıldönümü kutlamalarını, ağız tadıyla gazete çıkarmamıza dahi müsaade edilmedi. Darbeciler, ilk fırsatta Yeni Asya’yı, ardından başka isimle çıkardığımız diğer gazeteleri, hatta kardeş dergileri dahi türlü bahanelerle sıklıkla ve bir kısmı uzun süreli olarak kapatıp durdular.
Dolayısıyla, bizi adeta ekmeksiz, susuz, havasız, hatta nefessiz bırakmak istediler. Ellerinden gelen her türlü baskıyı kurdular; yapmadıkları haksızlık, hukuksuzluk, zulümkârlık kalmadı.
Açıkçası, var olan imkânlarımızı tüketerek bizi bitirmek istediler.
Ama, Rabbimize şükürler olsun ki, bizi bitirmek isteyenlerin kendileri zamanla bitip tükendiler.
Dün öyle olduğu gibi, inşallah bugün ve bundan sonra da aynısı olacak. Allah ömür verirse, bunu hep birlikte inşallah görür ve şahit oluruz.