Fânî ve günahkâr şahıslara bağlananlar, genelde fanatik olurlar ve radikal davranırlar. Kul-köle gibi bağlandıkların şahsın iyi tarafını abartarak anlatırlar; hata ve günahlarına da bir “hikmet kılıfı” uydurup savunma rolünü oynarlar.
Onlar için meselenin mâkulu, ortası, hadd-i vasatı yoktur. İfrat ve tefrit var. Övgüleri ifrat, yergileri ise tefrit derecesindedir. Habbeyi kubbe, kubbeyi habbe gibi göstermekte meleke kazanır, maharet sahibi olurlar.
Önceleri fıtraten nazik-nahif de olsa, zamanla hırçınlaşıp kabalaşırlar. En ufak bir meselede öfke ile kalp kırmaktan çekinmezler.
Haliyle, terazileri bozuktur. Hiçbir şeyi doğru düzgün tartamazlar.
Böylelerine karşı mesafeli durmalı. Faydasız övgüleri de, yergileri de lâzım değil. Daha çok çatmak için tetikte bekliyorlar. Kuduruk bir tabiata dönüşüyorlar. Kendine bulaştırmaya, saldırtmaya hiç gerek yok. Gitsin, kendileri gibi dengesizlere çatsınlar.
*
Şahıslara meczup gibi bağlı olanlar, daha çok siyasî liderlerin hinterlandında, yahut “siyasetli cemaatler”in aktörleri etrafında görünmeye çalışırlar. Bunların ne gibi faydası ve zararı olduğuna dair, yakın geçmişe şöyle bir projeksiyon tutmaya çalışalım:
1945’ten bu yana, yani son seksen yıllık demokrasi tarihimiz içinde kurulmuş yüzlerce siyasî parti var. Ama, bunlardan az kısmının ismi biliniyor. Çoğunluğu bilinmiyor, hatırlanmıyor. Aynı şekilde, bu zaman zarfında kurulan partilerin başına geçen liderlerden, genel başkanlardan da çoğunun ismi bilinmiyor.
Dikkat çekmeye çalıştığımız paralı meddahlar ve gönüllü fanatikler, bağlı göründükleri partinin misyonunu-icraatını anlatmaktan ziyade, parti genel başkanının meddahlığını, avukatlığını yaptıkları için, bilerek-bilmeyerek kırdıkları kalplerin, yıktıkları dostlukların da haddi hesabı yoktur.
Evet, bir yerde dostlar, ahbaplar birbirini kırıp dökmekten çekinmiyorsa, hatır-gönül demeyip birileri ortalığı tarumar ediyorsa, hiç şüphe edilmesin ki, orada tarafgir siyaset hükmediyor. Keza, orada ballı ticaret, şahsî kin veya ölçüsüz muhabbet ağır basıyor demektir. Yoksa, iş öyle çığrından çıkmaz ve ortalık harabeye dönmez. En azından, birbirinin yüzüne bakacak tarzda konuşmalar, müzakereler olur.
Bilhassa 12 Eylül Darbesinden sonra yaşanan çalkantılı süreçte, daha çok “şahıs merkezli siyaset” uğruna, pekçok dost ve ahbabın yakasında, gönüllü meddahlar ile paralı saldırganların parmak izleri vardır.
*
Bilhassa 2000’li yılların başından itibaren iyiden iyiye palazlanan siyasetçi aktörler ile dindar kisveli grupların başları hakkında yapılan meddahlıklar gibi, onların muhalifleri hakkında kullanılan saldırganca çıkışlar, yukarıdan beri bahsini ettiğimiz fanatizmin ne yazık ki bütünüyle kronik bir maraza dönüştüğünü gösteriyor.
Bu vesile ile, muhakemesi büsbütün dumura uğramamış dost ve ahbaplara birkaç noktayı daha hatırlatmak isteriz.
Bilesiniz ki, şahsa dayalı fikir ve siyasetler son derece değişkendir. Kendi içinde zıtlaşmalar, çatışmalar ve bilhassa keskin U dönüşleri kaçınılmazdır.
Peki, bunlar için dostunu, ahbabını, kardeşini, arkadaşını kırmaya değer mi?
O halde yapılması gereken şu olmalı: Değişken şeylere takılıp meçhûllere doğru sürüklenmektense, şüphesiz prensiplere bağlanmak daha sağlam ve daha selâmetlidir. Zira, prensiplere göre giden kimse, dün söylediği şeyleri bugün de, yarın da söyleyebilir. Aynı ölçü ve kıstasla hayatına, hizmetine kırıksız ve mahcubiyetsiz şekilde devam edebilir.
Allah, bizi hatt-ı müstakimden ayırmasın ve iki cihanda bizi mahcup edecek durumlara düşürmesin.