Fert, aile ve toplum sağlığının ciddîtehdit altında olduğu şu günlerde, biz de Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin sünnet üzere olan “sağlıklı beslenme” yönünü nazara vermeyi arzu ettik.
Esasen, “koruyucu tıb” denilen gerçek de, insanlara bu tarz bir beslenme alışkanlığını kazandırmak emelindedir.
Tabiî, ne mutlu buna uyabilene...
* * *
Bediüzzaman Hazretleri’nin hem sünnete, hem de iktisat düsturuna uygun olan beslenme tarzıyla ilgili olarak yirmi beş senedir bilgi topluyoruz. Tâ 1995’ten bu yana hem canlı şahitlerden, hem de yazılı kaynaklardan topladığımız bu bilgileri özel bir dosyada muhafaza ediyoruz. Zamanla kitap hacmine ulaşacağı muhtemel. Bu hayırlı çalışma için, duâlarınızı lütfen esirgemeyin.
Bugün, 23 Mart 1960’ta Rahmet-i Rahman’a kavuşan Hz. Üstad’ın vefat yıl dönümü. Söz konusu orijinal bilgilerin bir kısmını bilvesile takdim ediyoruz.
* * *
Barla Lâhikası isimli eserin bir mektubunda, kanaat, istiğna, iktisat ve bereketin sırrına dair yazılmış olan bir hakikati, Üstad Bediüzzaman şu veciz sözlerle ifade ediyor: “Hem iktisat, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil; ihtiyarım haricindedir.”
Nitekim, evhâmlı ehli dünyanın mükerreren ona yönelttiği “Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun?” şeklindeki suallere, yine aynı hakikatın sırrı ile aynı yönde şu cevabı veriyor: “Ben, iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para (2.5 kuruş), belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz. (...) Öyleyse, ‘Nasıl idare edersin?’ denilse, derim: Bereket ve ikram-ı İlâhî ile yaşıyorum.” (16. Mektup)
* * *
Yemek ve sair hediyeleri karşılıksız aldığı takdirde, kendisini hasta edecek derecede dokunduğunu ifade eden Üstad Bediüzzaman, hediye sahibi çok yakın biri olsa bile, ona mukabele olarak mutlaka bir hediye verilmesini ister. İşte: “…Nur avukatı Ahmed Feyzi’nin incir teberrüküne mukabil, benim nâmıma bir Sikke-i Gaybiye mecmuasını ona gönderiniz ki, incirleri bana dokunmasın. Çünkü, bu âhirde kat’iyen mukabelesiz hediyeler beni hastalandırdığı, çok tecrübelerle pek kat’îleşti.” (Emirdağ Lâhikası: 239)
Kezâ, kendisine hediye gönderen mühim bir talebesine verdiği cevabî mektubunda, kendi parasıyla yediği bir parça kuru ekmeği, başkasına ait en iyi baklavaya tercih ettiğini şu sözlerle beyan eder: “Hem bende bir tevahhuş var. ...Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannû ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libâs giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.” (İkinci Mektup)
* * *
İktisat Risâlesi’nde bahsi geçen, beslenme tarzı ve yeme-içme alışkanlığı ile ilgili bir nüktenin izâhı da pek dikkat çekici. O bahiste, ağızdaki geçici lezzetten ziyade, bir gıdanın vücuda faydalılık ciheti nazara veriliyor. Şöyle ki: “…Şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para (1 kuruş); diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.”
KISA KISA
Üstad Bediüzzaman, yaz-kış soğuk su içerdi. Üryani erik hoşafını severdi. Tereyağını yakmadan, kızartmadan, yemeğe çiğ olarak katardı. Günde iki öğün ile yaşardı: Kuşluk yemeği ve akşam çorbası... Günde iki-üç kez içtiği çaya illâ ki birkaç damla limon veya bir gıdım limontuzu katardı. Talebelerinin aşırı iştahını kesmek için, yemek öncesi tatlı ikrâm ederdi...