Gündemi ve hükümeti sarsan rüşvet ve yolsuzluk operasyonu için iktidarın yorumu, Başbakan, hükümet sözcüsü, bakanlar ve parti yetkililerince seslendiriliyor.
Soruşturmayı “İktidara karşı yürütülen psikolojik harekâtın parçası” olarak görüyorlar.
Ve Erdoğan “Bu ülkede 28 Şubat’ları medyayla gördük. Şimdi değişik bir versiyonu yine aynı şekilde uygulanıyor” ifadesini kullanıyor.
Ama arada çok büyük farklılıklar mevcut.
28 Şubat’ta devrin iktidarı irtica ile suçlanıyordu. Burada rüşvet ve yolsuzluk iddiaları var.
O zaman, askerin başını çektiği ve yargı, üniversite, medya gibi kesimleri peşine taktığı yoğun bir kampanya yürütülüyordu. Burada asker yok, üniversite devre dışı, medya ağırlıklı şekilde hükümetin yanında; öyle ki operasyon haberi patlak verdiğinde, birçok haber kanalı olayı izleyip yansıtmakta çok çekingen davrandılar ve geciktiler. Oysa önceki benzer gelişmelerde anında canlı yayına geçmişlerdi.
Yargı alanında ise, özellikle 2010 referandumundan sonra, AYM ve HSYK’da yapılan değişikliklerle, bu cenahtaki vesayetin büyük ölçüde aşıldığı ifade edilmişti. Buna rağmen hâlâ yargıdan şikâyet ediliyor, dahası Başbakan “Yargı afra tafra yapıyorsa karşısına dikiliriz” gibi devlet âdâbına da yakışmayan çıkışlarda bulunuyor ve keza yargının işleyişini yürütme organının kontrolüne alacak düzenlemeler yapılıyorsa, o zaman 28 Şubat’takinden çok daha farklı bir durumla karşı karşıyayız demektir.
Hatırlanacağı gibi, 2012 Şubat’ında Hakan Fidan’ın KCK soruşturmasında “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağrılması üzerine patlak veren MİT krizinde de iktidar özel yetkili ağır ceza mahkemelerine “devlet içinde devlet” suçlaması yöneltmiş; ifade vermeye gönderilmeyen Fidan, apar topar çıkarılan “kişiye özel” bir düzenleme ile savcıların takibinden kurtarılmıştı.
Şimdi de soruşturmalarda idarî amirlere bilgi verme şartı getirilerek, “Meclis üzerindeki iktidar vesayeti yargı alanına da mı taşınıyor?” tartışmalarını tetikleyecek bir adım atılıyor.
Peki, emniyetteki tasfiyelerin anlamı ne?
Son rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun ardından emniyet teşkilâtında başlatılan ve öncekilere göre çok daha geniş kapsamlı tutulan yeni tasfiye dalgası hükümet tarafından “Devlet içinde devlet gibi hareket edip seçilmiş iktidara meydan okuyan örgüt ve yapıların temizlenmesi” olarak takdim edilmeye çalışılırken, diğer yönüyle, 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın dahi yapamadığı veya yapmadığı şekilde, adeta cemaatlerle bağlantılı bütün kadroların devletten tasfiyesi gibi bir neticeye doğru gidiyor.
Üstelik bu operasyonun, sanıldığı gibi belli bir cemaatle sınırlı olmayıp, planlı, kademeli ve yer yer eşzamanlı olarak, iktidar partisiyle “ters düşen” belli başlı bütün cemaatleri hedef alan bir yaklaşımla yürütüldüğü ifade ediliyor.
Böylece, 28 Şubat’ta alınıp da bugüne kadar uygulanamayan kararların bu iktidar eliyle hayata geçirildiği gibi bir görüntü ortaya çıkıyor.