Bayramlar ekseriyetle zaferlerin neticesi olarak kutlanırdı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, milletçe bayram olarak kutlanacak kadar büyük bir hadise olan 14 Mayıs zaferi demokrasinin zaferiydi. Millet ‘Yeter!..’ demişti. Söz milletindi artık.
YAZI: İSLAM YAŞAR
[email protected]
***
Yeter!.. Söz milletindir
Demokrat Parti, bu sözü slogan hâline getirerek girdi 1950 seçimlerine. Gidişatı durdurmayı ifade eden açık el işareti ile birlikte mezkûr ifadelerin de yer aldığı afişler bastırıldı, pankartlar asıldı. Adnan Menderes’in büyütülmüş resimleri ile birlikte bütün vatan sathına dağıtıldı.
Adnan Menderes meydanlara çıktığında o el işareti ile selâmladı insanları. ‘Yeter, söz milletindir’ diyerek başladığı konuşmalarında hep milletin dinî, millî değerlerini, insanî hassasiyetlerini, içtimaî meziyetlerini nazara verdi, hür yaşama hususundaki kararlılığını dile getirdi, milleti ekonomik yönden kalkındırma, memleketi imar edip geliştirme sözü verdi.
Nurlu ufuklar…
Hemen her mitingde, seçim konuşmasında, hattâ günlük sohbetlerde kullandığı bu tabirle ifade etti maddî ve mânevî yönden memlekete kazandırmak istediği hür, demokratik, aydınlık, müreffeh günleri. Nur kelimesinin telaffuz kolaylığı ve ihtiva ettiği mânevî derinlik insanların, Kur’ân’ı tedai ettiren tabiri sevmelerine ve Menderes’i her gördükleri yerde bağırlarına basmalarına vesile oldu.
Gediz taraflarında yaptığı seçim gezisinde meydanda toplanan fakir hâlli ahâliye, iktidara geldikleri takdirde kasabalara, köylere yollar yapacaklarını, elektrik, su getireceklerini, gelirlerini arttıracaklarını söyledi. Kendisini dinleyen insanların, söylediklerinin hepsine muhtaç oldukları hâlde konuşmasına fazla ilgi göstermediklerini fark etti.
“Minarelerden ne zaman Allah sözünü duyacağız Adnan Bey?”
Kütahya’da bir toplantı sırasında Türkçe ezan okunmaya başlayınca bir partili yüksek sesle bağırarak sormuştu bu soruyu. Konuşma yaptığı ânı ve insanların hâllerini hatırlayınca sergilenen tavrın sebebini anladı. Ahâli yoldan, sudan, elektrikten, paradan imkândan önce ‘Ezan-ı Muhammedîyi Arapça okuma yasağının’ kaldırılmasını istiyordu.
Maraş’ta olduğu gibi, memleketin değişik illerindeki milletvekili adaylarının da yaptıkları seçim gezilerinde halkın ezan yasağının kaldırılması talepleri ile karşılaştıklarını öğrenince, milleti memnun edecek ilk hizmetin ne olduğunu anladı.
Aslında çok güzel bir seçim malzemesi idi tesbit ettiği hasret ve hassasiyet. Meydanlarda bir sefer söylemesi, milleti coşturmaya yeterdi. Fakat Adnan Menderes, dinî değerleri siyasî malzeme yapmamak için meydanlarda pek medar-ı bahs etmedi. Milletin Ezan-ı Muhammedî hasretini zihninin bir kenarına yazdı ve seçim konuşmalarında memleketin başka meselelerini işleme cihetine gitti.
İki büyük parti de seçim kampanyalarının son mitinglerini İstanbul’da yapacaklardı. İlk miting Demokrat Partinindi. Bayar’ın da, Menderes’in de İstanbul’dan aday olmalarının verdiği hava ile Taksim Meydanı’na iki yüz binden fazla insan toplandı. Bu, o zamana kadar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılan en kalabalık meydan toplantısı idi.
Ondan sonra miting sırası Halk Partisinde idi. Demokrat Partiye cevaplarını Taksim Meydanı’nda vermeyi düşünen Halk Partililer, milletvekili adayı olan Cumhurbaşkanı İnönü’yü davet ettiler. Devlet ve belediye imkânlarının yanı sıra bol miktarda para harcayarak meydana Demokrat Partinin mitinginden az olmayan büyük bir kalabalık topladılar.
“İşte İstanbul, paşam.”
Cumhurbaşkanı ile birlikte meydana giren İstanbul Valisi F. Kerim Gökay, kürsüye çıkıp kalabalığı görünce kendini alamadı ve seçimi kazanacaklarını ihsas etmek istercesine İnönü’ye dönüp kalabalığı göstererek mezkûr ifadeyi söyledi. İnönü, meydan kalabalığına bakıp heyecana kapılmayacak kadar tecrübeli idi. “İstanbul’u seçim sonuçları gösterecek” dercesine gülümsedi.
Seçim kanununda bir kişiye birden fazla ilden aday olma hakkı verildiğinden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de hem İstanbul’dan hem Malatya’dan aday oldu. İstanbul’dan seçilecek kadar rey alamayıp, Malatya’dan seçilerek meclise girince ‘İşte İstanbul Paşam’ hitabına gülümsemesinin sebebi anlaşıldı.
1946’da çalınan oylar 1950’de geri alındı
14 Mayıs 1950 Pazar günü yapılan genel seçimlerde, böyle ibretli ve tarihî neticeler hasıl oldu. Ankara, İstanbul, Balıkesir, Bursa, Edirne, İzmir, Aydın, Çanakkale, Kütahya, Konya, Adana, Diyarbakır, Samsun illerinde seçimi kazanan Demokrat Partinin, Türkiye genelinde 408 milletvekili çıkarmasına mukabil, çeyrek asırdan fazla bir zamandır ülkeyi idare eden ve devlet partisi olmakla övünen Halk Partisi ancak 69 milletvekili kazanabildi. Millet Partisinden ise sadece Osman Bölükbaşı Kırşehir’den meclise girebildi.
Menderes’in hem Aydın’dan, hem İstanbul’dan milletvekili seçildiği bu neticeye göre bir bakıma kader adalet etti. 1946 seçimlerinde hile yaparak iktidara gelen Halk Partisi, o zaman Demokrat Partiye reva gördüğü sayıya yakın milletvekili çıkarıp muhalefette kalırken Demokrat Parti, o zaman hile ile kaybettiği iktidarı bu seçimde hakkı ile kazandı.
Demokrasinin bayramı
O günlerde hemen herkes tarafından dile getirilen diğer tabirlerle ‘beyaz ihtilâl’ oldu, millet gidişata dur deyip idareye el koydu. ‘Hasolar, Memolar, baldırı çıplaklar’ diyerek küçümsenen ve millet ekseriyetini teşkil eden köylüler, kasabalılar iktidara geldi.
Gerçekten millet ‘Yeter!..’ demişti. Söz milletindi artık. Büyük bir zaferdi bu. Demokrasinin zaferi. Hatta bayram da denebilirdi. Demokrat Parti listesinden bağımsız olarak milletvekili seçilen Halide Edip Adıvar, 14 Mayıs’ın ‘Demokrasi Bayramı’ olarak kutlanmasını teklif etti. (M. Armağan, Türkçe Ezan ve Menderes. Timaş, İstanbul 2013 s: 29)
Bayramlar ekseriyetle zaferlerin neticesi olarak kutlanırdı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, milletçe bayram olarak kutlanacak kadar büyük bir hadise olan 14 Mayıs zaferinin kazanılmasında en büyük pay da, hakikaten demokrasi kahramanı olan Adnan Menderes’indi.
Nitekim zafer konuşmasını da o yaptı.
“On dört Mayıs, bir devre son veren ve yeni bir devir açan müstesna ehemmiyette tarihî bir gün olarak daima anılacaktır. Bu tarihî günün hatırasını yalnız partimizin değil, Türk demokrasisinin bir zafer günü olarak yâd ediyoruz.”
Bayar ve Menderes dahil herkes ondan sonra ne olacağını, İnönü’nün ne yapacağını merak ederken Cumhurbaşkanı, 15 Mayıs Pazartesi günü Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya Köşkü’ne davet etti. Yaptıkları görüşmede yeni meclisin yeni bir cumhurbaşkanı seçmesini kararlaştırdılar.
22 Mayıs 1950 tarihinde meclis toplandı. Yemin merasimini müteakip yapılan oylamada Celal Bayar’ı cumhurbaşkanı seçti. Bu seçim devletin demokratik idare tarzına geçmesinde mühim bir merhale addedildiği için memlekette temayüz etmiş pek çok kişi, cemiyet, camia, cemaat mensubu insan bizzat giderek veya telgraf çekerek yeni cumhurbaşkanını tebrik etti.
Bediüzzaman’dan Bayar’e tebrik
Onlardan biri de Bediüzzaman Said Nursî idi. O da şahsı ve Nur Talebeleri adına, cumhurbaşkanı seçilmesinden dolayı Celal Bayar’ı tebrik etmek için, ‘Zâtınızı tebrik ederiz. Cenâb-ı Hak sizi İslâmiyet, vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin’ şeklinde bir telgraf yazdırdı. Bu hareketine, Celal Bayar hakkında pek müsbet kanaatlere sahip olmayan Zübeyir şaşırdı.
“Şimdi Halkçılar Demokratlara derler ki, ‘Said ne sizdendir, ne bizdendir. Onun gayesi ve maksadı ayrıdır’ diyerek onları kandırırlar, ellerindeki devlet kuvvetini dindarların ve Nur Talebelerinin aleyhinde kullanırlar. Tebrik telgrafını alan Demokratlar onlara: ‘Said bize dosttur’ derler. Devlet kuvvetini yanlış olarak dindarların aleyhinde kullanmazlar.” (Necmeddin Şahiner. Said Nursî. YAY. İstanbul 1990 s: 382)
Onun şaşırdığını gören Bediüzzaman, cumhurbaşkanına telgraf çekmesinin sebebini böyle izah etti. Bir süre sonra Bayar da Said Nursî’ye ‘Samimi tebriklerinizden fevkalâde mütehassis olarak teşekkür ederim’ ifadelerinin yer aldığı telgrafla mukabele etti.
Ondan bu cevabı alan Said Nursî, ‘Celal Bayar’a ve Hey’et-i Vükelâsına’ hitaben yazdığı telgrafta Nur Talebelerinin, önceki hükümetler tarafından dini siyasete âlet etme iddiasıyla maruz bırakıldıkları ‘emsalsiz tâzib ve işkenceleri’ nazara verdi. ‘Birkaç gün zarfında Ahrarların başına geçip milletin mukadderatına sahip çıkması sebebi ile Reis-i Cumhuru ve Hey’et-i Vükelâsını’ da tebrik etti.
Ardından “Biz dini siyasete âlet değil, belki rıza-i İlâhiden başka hiçbir şeye, hatta dünya ve saltanata âlet etmemek esas mesleğimiz olduğundan; dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına, siyaseti mutaassıbâne dinsizliğe âlet edenlere karşı siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır” diyerek varlıklarını hatırlatıp maksatlarını dile getirdi.’ (Emirdağ Lahikası s: 265)
Başbakan seçiliyor
Mer’iyette olan 1924 anayasasının amir hükümlerine göre, başbakanı tayin etme yetkisi cumhurbaşkanında idi. Başbakan olacak kişi, hükümeti kurup ülkeyi sevk ve idare etmekle birlikte, mensubu olduğu partinin genel başkanlığını yürütmekle de mükellefti.
Bunları nazara alarak önce parti idare heyetinin nabzını yoklayan Bayar, ekseriyetinin fikrinin kendi kanaati istikametinde olduğunu görünce rahatladı. Partide müessir bazı kişileri yanına çağırarak başbakanın kim olması gerektiği hususundaki kanaatlerini sordu. Onlardan biri de Adnan Menderes’ti. O, Fuat Köprülü’nün başbakan olması yönünde kanaat bildirdi.
“Zeki bir adam. Kafası ve yüreği muvazeneli. Fikirlerini vicdanının adaletine uğratmadan tatbikata götürmez. Bir fikrin güzelliğine değil, doğruluğuna değer verir. Fikrini sonuna kadar savunur. Kuvvetli bir mantığı var. Halkın içinde yaşadığı için gücünü halktan alır. Memleketi iyi tanır. Kusursuz vatanperverdir. ‘Büyük ve kuvvetli Türkiye’ idealine inanır. Çok çalışır. Ülkeye gelişmiş Batıyı yakalamak için mutlaka gerekli olan modern ve ilerici liderlik yapacak kişilik ve görünüşe sahiptir. ” (Şen s:93)
Partinin idarî makamında bulunanların yanı sına mahallinde ileri gelen bazı kişilerin de görüşlerini alan Cumhurbaşkanı Celal Bayar, mezkûr kıstasları da göz önünde bulundurarak kararını verdi ve o kişiyi 22 Mayıs 1950 tarihinde Çankaya Köşkü’ne davet ederek hükümeti kurma vazifesini verdi.
O kişi Adnan Menderes’ti.
Ve… Menderes Başvekildi.