Gözlerinden birisi akbaba gözüne benzeyen bir ihtiyar, bir gece boğularak katledilir. Katili, sürekli aklının başında olduğunu ispat etmeye çalışan, birlikte yaşadığı hastalıklı bir gençtir.
Bu saplantılı genç, ihtiyarın akbaba gözüne benzeyen gözünden öylesine rahatsız olur ki yaşlı adamı öldürmeye karar verir. Deli olmadığını ispatlamak için de bu cinayeti en ince ayrıntısına kadar planlayıp günlerce provasını yapar ve bir gece ihtiyarı boğarak öldürür.
Yaşlı adamın cesetini parçalara ayıran katil, onları evdeki döşemelerin altına gizler ve böylece delilleri ortadan kaldırır. Cinayet gecesinde ihtiyarın çığlığını duyan komşulardan birinin ihbarı üzerine eve gelen polisler evde bir delil bulamazlar.
Katil bir süre sonra evde birtakım sesler duymaya başlar. Duyduğu sesler yaşlı adamın -döşemelerin altından gelen- kalp atışlarıdır. Polisin de bu sesleri duyduğunu ve olanları bildiğini düşünen katil, polise teslim olur ve yaşlı adamı öldürdüğünü itiraf eder.
Oysa gerçek bambaşkadır. Katilin döşemelerin altından geldiğini sandığı sesler, aslında endişe ve panik halinde atan kendi kalbinin sesidir.
Bahsini ettiğimiz hikâye Edgar Allan Poe’nun “Gammaz Yürek” isimli öyküsünde geçer.
Cesedi parçalara ayrılmış bir adamın, döşemelerin altında çürüyen kalbinden(!) yükselen ve katilin kendi kendisini “gammazlamasına” sebep olan bu ses, aslında vicdanın sesidir.
Dilimize “Gammazcı Yürek” ya da “İspiyoncu Yürek” olarak çevrilen kitabı aslında “İtirafçı Yürek” olarak tercüme etmek daha doğru olur.
Çünkü “gammazlamak” ve “ispiyonlamak” eylemlerinde bu işi yapanın bir menfaati bulunmaktayken, itiraf etmekte ise gerçeği gizlemekten vazgeçme yani “menfaatsiz” bir bildirme hâli söz konusudur.
İşte yukarıda saydığımız kavramlar arasındaki anlam farklılığı günümüz hâkimleri tarafından tam olarak anlaşılamadığı için, ceza hukukundaki etkin pişmanlık kurumu bugün ne yazık ki bir zulüm müessesesi olarak çalışıyor.
TCK’da belirli suçlar için getirilmiş olan ve “etkin pişmanlık” ya da “faal nedamet” adı verilen bu müessese; bir kimsenin işlediği suçtan pişmanlık duyması ve o suçun meydana getirdiği menfi sonuçları gidermesi hâlinde, o kişinin cezasında sıfıra kadar indirim sağlıyor.
Ülkemizde özellikle “terör suçlarında” sıkça uygulandığına şahit olduğumuz “etkin pişmanlık”düzenlemesi, maalesef kötüye kullanılıyor.
Sanık ya da şüpheli, ifadesinde çok sayıda kişiyi suçlamak ve sadece isimlerini yetkili merciilere bildirmek suretiyle ceza almaktan kurtuluyor. “İhbar edilen” kişiler hakkında açılan ceza davalarında ise “itirafçının” ifadesi, genellikle “kayıtsız ve şartsız” bir şekilde, mahkûmiyet hükmüne dayanak yapılıyor.
Oysa mahkemelerin; ilgili tanık ifadelerinin ispiyon mu itiraf mı olduğunu, salt menfaat elde etmek için verilip verilmediğini tesbit etmesi ve mahkûmiyet için bu ifadeyle yetinmeyip söz konusu iddiaları başkaca delillerle doğrulaması gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de “Eric Adamco-Slovakya” başvurusunda, bu konu hakkında önemli bir karar verdi.
“İtirafçı tanık ifadelerinin” maddi bir delille doğrulanması gerektiği ve suçlayıcı ifade veren tanıkların “cezadan kurtulmak” şeklinde bir menfaatlerinin bulunacağının göz ardı edilmemesi gerektiği belirtilen kararda, “yargılanma tehlikesinin” hafife alınmaması gerektiğine de vurgu yapılıyor.
Ancak Türk Mahkemeleri bu adil bakışı henüz kabullenmiş değil. Hatta AİHM kararları, Türk yargısını, öyküdeki akbaba gözünün katil genci rahatsız ettiği gibi rahatsız ediyor.
Planlı bir cinayete kurban giden Türk yargısının, gömüldüğü döşemelerin altından sesini duyurması gerek. Aksi halde “gammaz yüreklerin faal nedameti” hiç sona ermeyecek…