Pek çok sıkıntısına rağmen ülkemiz hem ‘kilit ülke’ hem de çoğu devlet nezdinde ‘stratejik ortak’ olarak tarif ediliyor.
Elbette böyle tarif edilmek millet ve memleket için sevinilecek bir durum. Ancak ‘kilit ülke’ olmanın getirdiği avantajları kullanıp kullanamadığımız tartışma konusu.
Haziran ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından 2 Aralık 2024 tarihinde, AB’nin gelecek 5 yılında söz sahibi olacak üst yönetim işbaşı yapmış. AB Komisyonunun yeni sözcüleri gazetecilerle ilk kez bir araya gelmiş ve ekip kendini tanıtmasının ardından, basın mensuplarının sorularını da cevaplandırmış.
AB Komisyonu’nun Genişleme ve Komşuluk Politikasından sorumlu yeni sözcülüğüne getirilen Guillaume Mercier, yeni dönemde Türkiye ile ilişkilerle ilgili bir soruyu cevaplandırırken “Türkiye kilit bir ortak ve bir aday ülke olmaya devam ediyor” ifadesini kullanmış. (AA, 2 Aralık 2024)
AB Komisyonu’nun Genişleme ve Komşuluk Politikasından sorumlu yeni sözcüsünüz bu sözünün ne anlama geldiğini önümüzdeki günlerde görme imkânı olacak. Bu tarif ve benzetmenin kâğıt üstünde kalmamasını arzu ederiz. Ancak ‘hal ve gidiş’e bakıldığında Türkiye’yi idare edenlerin “kilit ülke’” olmanın avantajlarını değerlendiremedikleri söylenebilir.
Avrupa Birliği için “Kilit bir ortak ve bir aday ülke” olduğumuza göre niçin üyelik yolunda ilerleme sağlanamıyor? Basit bir konu gibi görünse bile, ‘vize’ engeli nasıl yorumlanacak? Bu uygulamalar aynı zamanda ‘yaş ile kuru’yu birlikte yakmış olmuyor mu?
Elbette AB yolunda gerekli adımların atılmamış olmasının büyük kabahati Türkiye’yi ‘idare edenler’dedir. “Hak, hukuk ve adalet” yolunda ilerlemek istemeyen bir anlayış, AB üyelik yolunda mesafe kat edebilir mi? Bir AB kurumu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını “yok hükmünde” gören bir siyasi iradenin “aday ülke” olması bir anlam ifade edebilir mi?
Avrupa Birliği idarecilerinin ülkemizi ‘kilit ülke’ olarak görmesi elbette önemlidir. Fakat bir o kadar da önemli olan, Türkiye’yi idare edenlerin bunun farkına varması ve üyelik için gereken adımları samimiyetle atmasıdır. Ne yazık ki son 10, belki de son 15 yıl bu konuda ‘geri adım’ atıldı. Her fırsatta “Bize ne Kopenhag Kriterlerinden, bize Ankara Kriterleri yeter” anlamına gelen sözler sarf edildi ve adımlar da buna göre atıldı. Neticede ülkemiz pek çok konuda ‘kötü’leşti. Uluslar arası listelerde hep geri düştük. Bunun yerine ‘aday ülke’ gibi davranıp üyelik şartlarını yerine getirmiş olsaydık bundan hem biz hem de ‘ortak’larımız istifade etmiş olurdu.
Tekrar hatırlatmakta fayda var: Türkiye’nin AB üyesi olmasının bir mahzuru varsa, 9 tane de faydası vardır. O halde ‘bir mahzur’ için ‘9 fayda’yı gözden çıkarmak akıl işi değil.
“Kilit ülke ve mühim aday ülke” olduğunuza inanıyorsa bu yolda adımlar atmaktan geri kalmayalım. Hem AB yolu bazı sıkıntılarına rağmen ‘hak, hukuk ve adalet yolu’ değil mi? Öyle görelim ve bu niyetle ‘su elde etmek için kuyu kazmaya devam edelim inşallah.