Türkiye’yi idare edenlerin tavsiye ve teşviklerine uyarak büyük çoğunluk köyden şehre göç etti.
Yıllar süren bu plansız göç, neticede şehirleri de yaşanmaz hale getirdi. En sonunda hepimiz şehirlerdeki hayat şartlarından şikâyet etmeye başladık.
Şehir hayatındaki şikâyetlerin başında trafik yoğunluğu geliyor. Toplu taşıma ile de olsa, özel vasıtalarla da olsa bir yerden bir yere gitmek işkence halini almış. En büyük sıkıntı, en kalabalık şehir olan İstanbul’da yaşanıyor. Hadiseye idareciler penceresinden bakıldığında, “Bunca yol yaptık, otobüsleri yeniledik. Trafik normale dönmeliydi” diyebilirler. Ancak netice ortada: Özel ya da toplu vasıtalarla işe gidip gelmek insanları ‘iş’ten daha fazla yoruyor.
Geçen gün bir ziyaret maksadıyla yola çıkınca, otobüse ancak orta kapıdan binebildik. Otobüs tıka basa doluydu. Böyle durumlarda en çok sıkıntıyı hanımlar çekiyor. Anlatılmaz derecede can sıkan bu tabloyu “Otobüs ve metrobüsler; ilmen, dinen, fıkhen binilmeyecek derecede yoğun. İmdat!” twiti yazarak ‘sanal âlem’de paylaştık. “Bir dokun, bin ah işit” misali, onlarca kişi aynı dertten muzdarip olduğunu ifade etti ve dillendirdiğimiz ortak derdi paylaştı. Bazıları da iş saatlerinde otobüs ve metrobüsü kullanmadığını ilân etti. Elbette keyfi seyahatler için böyle bir tercih mümkün, ama işe gidip gelen için bu mümkün değil. Mecburen bu vasıtalara biniliyor.
İstanbul konu edildiğinde metrobüs elbette hızlı bir ulaşım imkânı sağlıyor. Ancak aşırı yoğunluk var ve bu aynı zamanda yavaş yavaş, alıştıra alıştıra ahlâkı da törpülüyor. Yaşlıya ve hanımlara hürmet de kalmadı. Bu derin bir yaradır ve kapanması için çok özel ‘tadavi’ler uygulanmalı. Aşırı yoğunluk, ‘büyüklere yer verme’ye bile imkân bırakmıyor. Bir gün, beş gün, bir ay bu şekilde olunca; artık büyüklere, yaşlılara, hanımlara ‘yer vermemek’ normal karşılanıyor. Hepimizi etkileyen ciddî dertlerle karşı karşıyayız. ‘Terbiye ve ar’ duygusu da uzaklara kaçmış görünüyor. Elbette, fıkıhçı değiliz; ama mevcut haldeki yolculukların insan fıtratına uygun olmadığı, fıkhen de tavsiye edilmeyen bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.
Peki ne yapmalı? Çare bulma makamında olmamakla beraber, ortada ciddî bir sıkıntı olduğunu görebilir ve ifade edebiliriz. Evet, dert büyük, ama çaresiz değil. Mesele birilerini eleştirmek hiç değil. Dert hepimizin, çareyi de beraber bulabiliriz. Öncelikle ortada bir problem olduğunu kabul edelim. Bazıları, tarafgirlik yaparak bu sıkıntıyı görmek istemeyebilir. Asıl problem de bu tavırdır.
Problemi yerinde görmeleri için en başta idarecilerimizi trafiğin en yoğun saatinde metrobüs, otobüs ve metrolara bindirmek gerekir. Bir hafta boyunca işe giderken ‘toplu ulaşım vasıtaları’nı kullanmaya mecbur olsalar; başka hiçbir iş yapmadan bu sıkıntıya çare ararlar ve bulurlar. Mevcut halde neler yaşandığını bilmiyorlar ve bilmeleri de mümkün değil. Düşünün ki işe özel aracıyla ve trafikten arındırılmış yollardan giden bir yönetici, metrobüsün kapısında sıkışan ve ‘insan fıtratına aykırı bir şekilde’ yolculuk yapan bir hanımın çektiği sıkıntıyı bilebilir mi, hissedebilir mi? İnsanların yaşadığı sıkıntıyı bilmeyen, çare ve çözüm bulabilir mi?
Sağ olsun, ‘beyazmasa’ da kendisine ulaşan şikâyet ve talepler karşısında, “Ulaşımı rahatlatmak adına çalışmalarımız devam etmektedir” demekten başka bir şey yapamıyor.
Çözüm vardır; hep beraber çözümü bulalım, bulabiliriz...
Kadınlara pozitif ayrımcılık: Pembe metrobüs
Sadece kadınların binebileceği “pembe metrobüs” talebi zaman zaman gündeme geliyor, imza kampanyaları düzenleniyor ve İstanbul Belediyesi’ne bu konuyla ilgili çalışma yapmaları için talepler iletiyor.
Özgecan Aslan’ın katledilmesinin ardından da dile getirilen bu talep, bazı kesimler tarafından eleştirilere maruz kalıyor. Ancak “pembe metrobüs”le neyin amaçlandığını incelersek, yalnız kadınlar için değil erkekler için de hayırlı olacağını görmüş oluruz sanırım.
PEMBE METROBÜS NEDEN BİR İHTİYAÇTIR?
http://www.yeniasya.com.tr/mucahit-cakir/kadinlara-pozitif-ayrimcilik-pembe-metrobus_325655