Hangi ülkede olursa olsun bütün darbeler o ülkeyi ve milleti geriye götürür ve götürmüştür.
Türkiye’nin yakın tarihi de buna örnektir. 14 Mayıs 1950 seçimiyle başlayan çok partili demokrasi hayatını Türkiye’ye çok görenler en fazla 10 yıl tahammül etmiş ve maalesef 27 Mayıs 1960 darbesiyle milletin seçtiği iktidar silâh zoruyla iktidardan uzaklaştırılmıştır.
27 Mayıs 1960 darbesi ile hukuk önünde tam bir hesaplaşma olmadığı ve darbeciler hak ettikleri ‘adil cezayı’ görmedikleri için hemen her 10 yılda bir millet iradesine müdahale etmeyi kendilerinde hak olarak görmüşler. Nitekim 1971, 1980 ve 1997 tarihlerinde birbirinden farklı müdahaleler olmuş ve nihayet 15 Temmuz 2016’daki menhus darbe girişimine şahit olunmuştur.
Bütün darbelerin, müdahalelerin ve muhtıraların farklı bahaneleri vardır. Tamamı hak, hukuk ve adalet anlayışından uzak olan bu bahanelere imza atanlar millet nezdinde hep mahkûm olmuştur. Bu noktada darbecilerle hesaplaşmayı sürekli erteleyen siyasetçilerin de sorumluluğu unutulmamalı. Bugün bile 12 Eylül 1980 darbecilerinin hazırladığı anayasanın pek çok maddesi değişmekle birlikte yürürlükte olduğunu unutmamak lâzım.
Mesele sadece darbelere ve darbecilere kızmakla halledilecek olsa iş kolaydı. Elbette kızılmalı ve darbeler arasında hiçbir ayırım yapmadan tamamına karşı çıkılmalı. Bununla birlikte kalıcı çarenin darbeci üreten eğitim sistemini ıslah olduğunu da unutamayız. Darbelerin hem maddî, hem de manevî bunca zararı orta yerdeyken nasıl olur da bazıları darbelere teşebbüs eder?
Nasıl ki hastalıkları tedaviden önce hasta olmayı önleyici tedbirler almak gerekiyor, aynı şekilde darbelerin yaralarını sarmak durumunda kalmamak için darbeci anlayışı memleket sınırları dışına atmak gerekir. Darbelerle ve darbecilerle mücadelenin hak, hukuk, adalet ve şeffaflıktan geçtiğini görmek durumundayız. Eğitim sistemini ‘tek tip öğrenci yetiştiren’ olmaktan çıkararak bu yolda adımlar atılabilir. Darbelerle mücadeleyi başka yollarda aramak Türkiye’ye sadece zaman kaybettirir.
Bu noktada Avrupa Birliği yolculuğunun önemli olduğunu da görmek durumundayız. Hak, hukuk ve adalet isteyen ‘Birinci Avrupa’ ile kurulacak birlik; ‘İkinci Avrupa’ ve onların temsilcisi durumundaki ‘darbeci anlayış’ı devre dışı bırakabilir. Türkiye’nin, AB üyesi olmasına itiraz edenlerin bilmeyerek de olsa darbeci anlayışa destek olduğuna tarihimiz şahittir. Keşke Türkiye’nin, AB yolculuğu başladığı gibi kararlı adımlarla ilerlemiş olsaydı. Kesin olarak bilemeyiz, ama belki de bugün darbeleri konuşmak durumunda kalmayacaktık. AB üyesi olan ülkelerde böyle çirkin muameleler olmadığına göre AB üyesi bir Türkiye’de de darbelere teşebbüs edenler çıkamazdı.
Bu yolda kaybedilen emeklerin telâfisi için kararlı bir şekilde AB yolunda ilerlemek milletin ve memleketin menfaatinedir. “Ankara Kriterleri” olarak isimlendirilen anlayışın Türkiye’yi iyi noktalara götürmediği 1960’ta, 1980’de, 28 Şubat 1999’da ve nihayet 15 Temmuz 2016’da görüldü. Bu öldürücü darbelerden ders ve ibret alıp millet menfaatine olan AB üyeliği yolunu açmak isabetli olur.
Türkiye’yi hak, hukuk ve adalet ‘ray’ın çıkaran bütün darbeler ve darbeciler hak ettikleri cezayı ahirette zaten görecek. Temennimiz dünyada da görmesi. Bunun yolu da adalet, adalet, adalet...