İnsan dünyaya gelip gözünü açtığında, insan olduğunun bile farkında değildi. Ben kimim diye sordu ve bu sorunun cevabını aradı yüzyıllar boyu… Yere sordu, göklere sordu. Bir cevap alamadı.
Her şey sele kapılmış gibi akıp gidiyordu. Bir an görünüyor, sonra kaybolup gidiyordu her şey. Nereden geliyor, niçin geliyor, nereye gidiyordu bunlar? Bilinemiyordu. Gerçi her şey güzeldi, düzenliydi. Yaratılan ne varsa inceden inceye yazılmış bir kitap gibiydi. Fakat kim okurdu, kim anlardı bunu?
İşte, her şey bir kutlu gecede çözüldü. Sırlar açığa çıktı. Dünya simasına bir kitap indi. Kâinatı bir kitap gibi yazanın kelâmıydı o. Kim olduğunu merak eden, nereden gelip nereye gittiğini merak eden insana âlemlerin Rabbi’nden gelen bir hitaptı o.
Evet, hayatına anlam katmak isteyen her insan, göklerin ve yerin sırlarının o gecede çözüldüğünü gördü. Göklerde ve yerde ne varsa, hepsinin dili o gecede çözüldü. Her şey konuşmaya başladı. İnsana merak ettiklerini bir bir anlatmaya başladı. Kâinatta ne varsa, her şey Rabbini teşbih ediyordu. Yıldızlar O’nun kudretinden, bulutlar O’nun rahmetinden haberciydi. Güneş O’nun emriyle doğuyordu. Çiçekler O’nun rahmetiyle gülüyordu. Ağaçlar O’nun rahmetinden meyve denilen rengârenk hediyeler sunuyordu bize.
Denizde, havada, karada ve yerde, görünen görünmeyen ne varsa, her şey, ama her şey O’nu anlatmaya başladı hep birden. Gelen O’nun emriyle geliyor, giden de O’nun huzuruna dönüyordu. Bir kutlu gecede inen kitapla insan, insan olduğunu anladı ve yaratılmış olan bir varlığın yükselebileceği en son mertebeye kadar yükseldi. Yer ve gökler Rabbinin huzuruna çıktı, O’nun hitabına mazhar oldu. “Ey insan!” sadâsı dünya semasında yankılandığında melekler huşu ile dinledi. Çünkü âlemlerin Rabbi, biz gibi fanilerle yani insanlarla konuşuyordu.
İşte bir kutlu gecede insan, âlemlerin Rabbine hitap edebilme, O’nunla konuşabilme şerefine erdi. O’nun rahman ve rahim isimleriyle başlayan hitabından O’na hitap etmeyi öğrendi. Rabbi ona nasıl konuşması gerektiğini, nasıl duâ etmesi gerektiğini öğretti. O gecede insan dünyaya niçin geldiğini öğrendi. Âlemlerin Rabbi o geceye “Kadir Gecesi” ismini verdi, çünkü kadri kıymeti gerçekten pek büyük bir geceydi o. O gece ki, bin aydan hayırlıydı.
Tefsirlerde anlatıldığına göre Peygamber Efendimiz (asm) ashabına, İsrailoğullarından bir kişinin seksen sene geceleri ibadet, gündüzleri de Allah yolunda cihad ettiğini anlatmıştı. Sahabe-i Kiram, ömürlerinin kısa olduğunu düşünerek bu sevaba ulaşamayacaklarından dolayı mahzun oldular. Bu olay üzerine Cebrail (as) gelerek Kadir Sûresi’ni okumuş, Rabbimizin; ümmetine ondan daha hayırlı bir fırsat nasip ettiğini müjdelemiş.
Bir hadis-i şerifte ifade edildiğine göre Resul-i Ekrem Efendimiz (asm), ümmetinin ömürlerinin kısalığını düşünerek başka ümmetlerin ulaşabildikleri sevaba mazhar olamayacaklarından endişe duymuş, Cenâb-ı Hak da, Habib-i Ekreminin bu endişesini gidermek için Kadir Gecesi’ni, ümmetine hediye etmiştir. Bu gece, duâ, istiğfar, ibadet ve zikir gecesidir. Güneşin doğuşuna kadar bu hal üzere, 83 yıllık manevî bir ibadeti kazandıracak bir gecedir. Ahiret saadeti için eşsiz bir fırsattır. Her ne kadar Kadir Gecesi, Ramazan ayında gizli kalmış ise de, mü’minler o geceyi yakalamak için geçmekte olan Ramazan günlerini de büyük bir fırsat bilerek değerlendirmeye çalışırlar.
Bir gün yaşlı bir sahabe Rasulullah’a (asm) gelerek ricada bulunmuş: “Ya Rasulallah! Ben zayıf, hasta ve yaşlı bir insanım. Geceleri kalkıp ibadet etmek bana zor gelir. Ne olur bana Kadir Gecesi’ni söyleyiver. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (asm) Ramazan’ın yirmi yedinci gecesini kast ederek: “Yedinci geceyi kaçırma” buyurmuşlardır. (Dârîmî, Sıyam: 54)
***
Hazret-i Âişe (ra):
“Dedim ki, ‘Yâ Resulallah, Kadir Gecesine rastlarsam nasıl duâ edeyim?’
Resulullah (asm)
“Allahümme inneke afüvvün tuhibbü’l-afve fa’fu annî (Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle) dersin’ buyurdu”
***
Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim...