Birkaç gündür gelen haberlerde, PKK’nın Suriye kolu, Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca kendi özerk bölgesini oluşturma konusunda fiilî girişimlerini arttırmış bulunmaktadır.
Bu konuda siyasî liderlerin değerlendirmelerini göz ucuyla okuyunca, aslında Uluslar arası İlişkiler ve Dış Politika konusunda ne kadar fukara bir millet olduğumuzu bir kez daha anlıyorum.
Okuyucularım kızabilir, ancak yıllardır bu fukaralık ile uğraşıyorum. Meslektaşlarımın bir kısmı da, bana fukara diyordur. Olabilir, ama kendi görüşlerime bakarım.
Öncelikle Suriye’deki Kürt oluşumu AKP’nin politikasının neticesi değildir. Çatışmaların çıktığı ilk günlerde, Suriye’deki gelişmelerin, reelpolitik açıdan incelenmesi gerektiğini ifade etmiştim. O sebeple, “Kimin çıkarı kiminle birlikte? Kim hangi çıkar peşinde koşuyor?” gibi sorular üzerine yoğunlaşılması gerektiğini vurguladım.
AKP’nin Suriye konusunda “bazı öngörüsüzlüklerini” zaten yazdım. Ancak dış dengeler, AKP’nin beklentilerinin aksine ortaya çıkınca, bu öngörüsüzlüklerin ortaya çıkması kaçınılmaz hal aldı. Meselâ, ABD müdahale etmeyince, Rusya ve İran açık tavır alınca, Türkiye ne yapabilirdi? Veya Esad ile ilişkilerini geliştirince veya devam ettirince genel Ortadoğu bölgesi düşünüldüğünde ilkeli davranmış olur muydu? Bu gibi sorulara verilecek cevaplar bence “hayır”.
Peki, Türkiye ne yapabilirdi? Esad’a aşırı eleştirel dil kullanmayacaktı, ama yerini, yurdunu da açıkça gösterecekti. Kendi insanını acımasızca katleden bir liderin yanında olmak, ne kadar ilkeli ve ahlâkî bir davranış olur.
Muhaliflerin yanında olunca, ister istemez AKP, Sünnî Müslüman Kardeşlerin yanında göründü. Daha doğrusu görünmek zorunda kaldı. Muhaliflerin içindeki radikal unsurları desteklediği anlamına gelmemektedir.
Diğer yandan birbirlerini katleden grupların, mezhep veya etnik grupların kendi özerk bölgelerini inşa etmek için çabalayacağını ifade etmiştik. Kürtler de bunu yapıyorlar. Bence tabiî bir gelişme. Suriyelilerin uzun yıllar birbirlerine sevgi ile bakmalarını beklemek gerçekçi bir beklenti olmayacaktır.
Türkiye’nin “biz bu oluşuma izin vermeyiz” yaklaşımı bence gerçekçi değil.
İki nedenle: Birincisi, özerk bölgelerin olduğu Suriye, artık bir arada yaşayabilir. İkincisi, bunu engellemek için gücünüz var mı? Ben bu kadar emin değilim.
MHP lideri, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Kürt oluşumunu engellemek için bu ülkeye girmesini önermektedir. NATO’daki diplomatımıza şu soruyu sormuştum: TSK, Suriye’ye girebilir mi? Ben hiç ihtimal vermiyordum, halen daha vermiyorum. TSK’nın silâh gücü bence abartılıyor. Bana göre metinlerde/istatistiki verilerin aksine TSK’nın ateş gücü beklentilerimizin altında. Bu diplomat da şunu ifade etti ki, bence diplomatikçe bir cevaptır: “Gireriz, ama nasıl çıkarız bilemiyoruz.”
Sonuçta, dış politikada her zaman askerî güç geçerli değildir. Sizin gücünüzün üstünde bir görevi TSK’dan beklemek, gerçekçi bir teklif değildir. Artık bunu bence görelim.
Sonuçta, CHP’nin iddia ettiğinin aksine, Suriye’deki gelişmelerde AKP’nin rolü çok düşüktür. Osebeple eleştirirken, artık bu eleştirilerde ayaklar yere değmeli. MHP’nin belirttiğinin aksine, TSK, en fazla “angajman kurallarını” uygular. Sınır ötesine geçemez. AKP’nin söylediğinin aksine, Türkiye’nin bölgedeki gelişmeleri engelleyecek, yönlendirecek ne gücü vardır, ne de planlama kabiliyeti...
Sonuçta, Türkiye oturup gelişmeleri yerinden takip etmeli, Suriyeli Kürtler ile diyalog kurmalıdır. Muhaliflerin çoklu yapısını düşünerek, konumunu tam belirlemelidir.
Son olarak, Kürtler, Hizbullah ve Esad ile ittifak yapmıyorlar. Onlar kendi özerk bölgelerinin derdinde.
Dış politika, fazla atmasyona müsait, ama bilimsel açıdan oldukça zor bir alandır. Bilgi eksikliğinin had safhada olduğu, bilinmeyene yönelik önerilerin yapıldığı bir alandır.