ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ, TÜRKİYE İÇİN BİR TEHDİT DEĞİL, ÖNEMLİ BİR FIRSATTIR. ROMA STATÜSÜ’NE TARAF OLAN BİR TÜRKİYE, TÜM İNSANLIĞA AYNI ANDA ÖNEMLİ BİR MESAJ DA YAYINLAR.
ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ NEDİR?
Dizi-3 - Dr. Ömer Ergün (Hukukçu)
Türkiye Roma Statüsüne Neden Taraf Değil?
UCM karşısında Türkiye’nin durumu nedir?
Türkiye, UCM’yi kuran Roma Statüsü’nü imzala-mamış ve onaylamamış-tır. AB üyesi ve adayları arasında, Türkiye dışında Statü’ye taraf olmayan başka ülke yoktur. Avrupa Konseyi’ne üye 46 ülkeden Türkiye ve Azerbaycan dışındakilerin tümü Statü’yü imza-lamışlar, bunlardan da Ermenistan, Moldova, Monako, Rusya ve Ukrayna dışındakiler onaylayarak taraf olmuşlardır.
Türkiye, resmî olarak 2002 yılında mevzuatında yeterli düzenleme olmadığını, iç mevzuatta yapılacak gerekli düzenlemelerden sonra Statü’ye taraf olacağını açıklamıştır. Pozitif hukuk açısından, tamamlayıcılık ilkesinin sürekli Türkiye aleyhine işlememesi açısından bir an için bu gerekçenin haklı olduğu düşünülse bile, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda soykırım suçuyla insanlığa karşı suçların tanımlan-masından sonra artık aynı kuvvette bu gerekçeye dayanmak mümkün değildir.
Temel olarak, Güneydoğu Anadolu’da devam eden çatışma ortamı ve bu ortamdan kaynaklanabilecek muhtemel suçlar, Türkiye’nin Statü’ye taraf olmamasında önemli rol oynamaktadır. Ne var ki, çağdaş, modern ve kendine güvenen her devlet gibi Türkiye de, terörle mücadelesini soykırım yapmadan, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarını işlemeden sürdürebilir.
“1. Türkiye’nin bu aşamada taraf olmadığı Uluslararası Ceza Divanı (UCD) Statüsü, 60 ülkenin onay işlemlerini tamamlamalarıyla, 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Halihazırda imzacı ülke sayısı 139, taraf ülke sayısı 105’tir.
Taraf olan ülkeler arasında Avrupa Birliği’nin (AB) henüz onay işlemlerini tamamlamamış olan Çek Cumhuriyeti dışındaki tüm üyeleri bulunmaktadır. AB, Divan Statüsüne taraf olan ülkeleri daha da arttırmak amacıyla yoğun bir kampanya yürütmektedir.
UCD Statüsü’ne uyum çalışmaları bağlamında, Anayasamızın “Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar” başlıklı 38. Maddesi’nin ilgili paragrafı; “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez” şeklinde 7 Mayıs 2004 tarihinde değiştirilmiştir.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Ekim 2004 günü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin yakında UCD Statüsü’ne taraf olacağını açıklamıştır. Bu bağlamda, Başbakanlığın 17 Aralık 2004 tarihli yazısı ile, ülkemizin UCD Roma Statüsü’ne taraf olması için gerekli işlemlerin Adalet Bakanlığı başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığı ve Bakanlık ile diğer ilgili kurum temsilcilerinden müteşekkil bir Komisyon tarafından başlatılması uygun bulunmuştur. Bunu müteakiben, bu konuda izlenecek yöntem ve gerekli yasal düzenlemeleri ele almak üzere, Adalet Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında 18 Ocak 2005 tarihinde yapılan toplantıda, ulusal mevzuatımızın anılan Statü’ye uygun hâle getirilmesi için bir kanun tasarısı hazırlamak amacıyla 2992 sayılı kanunun 34. maddesi hükmü uyarınca Komisyon kurul-ması kararlaştırılmıştır. Komisyon’un son toplantısı 9 Haziran 2006 tarihinde Adalet Bakan-lığı’nda yapılmıştır. 4. Birleşmiş Milletler’de UCD’na siyasî destek sağlamak ve Divanla ilgili konularda görüş ve bilgi alışverişinde bulunmak amacı ile oluşturulan “UCD Dostları” isimli gayrı-resmî gruba ülkemizin de katılması için yapılan davet, Türkiye’nin gerek UCD hazırlık çalışmalarında savunduğu ilkeler, gerek AB adaylığı doğrultusunda UCD’na taraf olma yönünde izlediğimiz politika gözönünde bulundurularak olumlu karşı-lanmış ve Türkiye UCD Dostları Grubu’na dahil olarak Ocak 2004’den itibaren Grubun Lahey ve New York’da gerçekleşmekte olan çalışmalarına katılmaya başlamıştır.
Türkiye’nin Statüye taraf olmama gerekçelerinden biri de, Kıbrıs meselesiyle bağlantılı olarak savaş suçları ve saldırı suçu konusunda düğümlenmektedir. Buradaki en önemli nokta ise 1974 Kıbrıs Çıkartması’nda sonra, halen adadaki askerî varlığını devam ettiren Türkiye’nin tutumudur. Her ne kadar ilk bakışta 1974 yılında yaşanan çatışmanın UCM’nin yargı yetkisi dışında kaldığı düşünülse bile, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan aynı fikirde değildirler.
Buna göre, “Türkiye’nin 1974’de adaya uluslararası hukuka aykırı olarak asker çıkartarak saldırı suçu işlemeye başladığı, hâlen adadaki Türk askerî varlığı devam etmekte olduğu için, suçun bu zamana kadar mütemadiyen işlenmesine devam edildiği, hâlen de işlenmekte olduğu, bununla birlikte akıbeti hakkında bilgi olmayan kayıp şahıslar hakkında da ihlâl hâlâ devam ettiğinden hem savaş suçlarından, hem de saldırı suçundan ötürü takibat yapılması gerektiği” iddia edilmektedir.
Saldırı suçundan ötürü UCM’nin yargılama yetkisi, Kampala Kon-feransı’nda alınan karar gereği 2017 yılı sonrasına bırakılmıştır. Kanaatimize göre bu durum, beraberinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu saldırı suçuyla sorunu olabilecek devletlere bir mesajı da barındırmak-tadır. Türkiye, 2017 yılına kadar Kıbrıs sorununu çözebilir ve Statü’ye taraf olabilir, denilse de çözümsüzlük halen devam etmektedir.
Türkiye açısından olumsuzluk teşkil eden tüm bu durumlara karşın, sorunların çözümlenmek için var-olduğu, bütün bu sorunların ise çözülmesi mümkün olmayan konular olmadığını hatırlatmak isteriz. Büyük, kendine güveni olan ve giderek bir bölgesel güç hâline gelen Türkiye, sıfır sorun politikası çerçevesinde hem terör sorunu, hem de Kıbrıs konusunun çözümüne daha fazla odaklanmak durumundadır.
UCM TÜRKİYE İÇİN BİR FIRSATTIR
UCM, Türkiye için bir tehdit mi?
UCM, Türkiye için bir tehdit değil, önemli bir fırsattır. Roma Statüsü’ne taraf olan bir Türkiye, tüm insanlığa aynı anda bir mesaj da yayınlar: “Bu tarih itibariyle soykırım yapmaya-cağım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu işlemeyeceğim” mesajı. Böyle bir mükellefiyet altına girmiş bir Devlet, önceki haline oranla daha “muasır medeniyet” seviyesine yaklaşmıştır.
Dersim, Kahramanmaraş ve Çorum olayları ve benzerleri ile 12 Eylül darbesi sorumluları UCM’ye götürülebilir mi?
UCM’nin zaman bakımında yetki (ratione temporis) kuralları gereğince mahkeme, 1 Temmuz 2002 tarihinden önce işlendiği iddia edilen suçlara bakamaz. Kaldı ki henüz Türkiye, UCM’ye taraf bir Devlet değildir. Dolayısıyla bu olayların, her ne kadar unsurları bakımından insanlığa karşı suçlar ya da diğer suç kategorileriyle ilişkileri tespit edilse bile, faillerinin bulunup UCM’de yargılanmaları gerçekçi görünmemektedir.
Dersim olayları özelinde, UCM’de sadece gerçek kişiler yargılanabileceği için 1937 yılında yaşanmış bazı muhtemel suçların yaşayan faillerini bulabilmek de ayrı bir problemdir. Tüm bu sorunlara karşın, bu konuların Türkiye gündemine gelerek tartışılması fayda sağlayacaktır. Bir an için UCM’de yargılama yapılabileceği kabul edilse bile, bu durumdan daha iyisi, tamamlayıcılık ilkesinin de bir gereği olarak Türkiye’nin kendi yargılama sisteminin içinde bu davaların çözümlenmesidir. Böyle kadim sorunlarını kendi yargı sistemi içinde çözebilen bir Devlete uluslararası yargı makamları müdahale edemez, ancak yardım eder, destek olur. Tamamlayıcılık ilkesinin konuluş amacı, UCM ve uluslararası ceza hukukunun da istediği budur.
Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu gibi kadim dış politika problemlerine UCM’nin etkisi ne olabilir?
Bu sorunların çözümünü çabuklaştırıcı etkisi olabilir. UCM’ye taraf olmuş bir devlet, kolay kolay köy yakamaz, işkence ve kötü muamalede bulunamaz. Bu eylemleri gerçekleştirirse, bir biçimde, bir zaman, birilerinin yakasına yapışacağını bilir. En azından yaptıklarının yanına kar kalacağını, eylemlerin bütünüyle cezasız bırakılacağını zannedemez. Herkesin insan haklarına daha fazla hassasiyet gösterir. Soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu konusunda azamî özenle hareket eder.
Hangi tarihlerdeki suçları yargılayabilir?
UCM sadece Roma Statüsü'nün yürürlüğe giriş tarihi olan 1 Temmuz 2002'den sonraki suç iddialarını yargılayabilir. Ancak bu tarihten sonra imza atmış devletler için Antlaşma'ya taraf olma tarihi esas alınır. Bu devletler isterlerse UCM'ye 1 Temmuz 2002'ye kadar geriye doğru yargılama yetkisi verebilir.
Nerelerdeki suçları yargılayabilir?
Taraf ülkelerin devlet sınırları içinde veya bir taraf ülke vatandaşı tarafından işlenen Anlaşma'da belirtilen suçlar UCM yetkisindedir. Taraf olmayan ülkeler de Mahkeme'yi belirli bir suç için yetkilendirebilir.
UCM NE ZAMAN DEVREYE GİRER?
Ulusal mahkemeler bağlamında UCM'nin yeri nedir?
UCM normal şartlar altında ulusal mahkemelerin yetkilerini devralamaz. Antlaşma'da "tamamlayıcılık ilkesi" temeldir. Ulusal mahkemelerin kendi vatandaşlarını veya yüksek makamlardaki sanık adaylarını yargılamak istememesi, iç çatışmalar nedeniyle çökmüş olan yargı sistemi gibi durumlarda UCM devreye girebilir.
Roma Statüsü olayların mahkeme önüne 3 farklı şekilde gelebileceğini belirtiyor:
1-Mahkeme savcısı, sadece mahkemenin söz konusu suçu ya da fertleri yargılama yetkisi var ise; kurban ya da ailesini de içerecek şekilde herhangi bir kaynaktan gelen bilgiye dayanarak, işlenmiş bir ya da birden fazla suçun söz konusu olduğu bir durum hakkında soruşturma başlatabilir.
2-Roma Statüsü’nü onaylayan devletler, sadece mahkeme yargılama yetkisini haizse, işlenen bir veya birden fazla suçun olduğu bir durumun soruşturulması için savcıdan talepte bulunabilirler.
3-BM Güvenlik Konseyi, işlenen suçun bir veya birden fazla olduğu bir durumu soruşturması için savcıdan talepte bulunabilir. 1. ve 2. yöntemlerin tersine, suçlar Roma Statüsü’nü onaylamayan bir devletin topraklarında vuku bulmuş veya böyle bir devlet vatandaşı tarafından işlenmiş olsa bile BM Güvenlik Konseyi olayı savcıya bildirdiği zaman UCM yargı yetkisine sahip olacaktır. Bununla birlikte, bu durumların her birinde bir soruşturma açılıp açılmayacağına ve soruşturma üzerinde temellenen hukukî onaya bağlı olan bir davanın açılıp açılmayacağına karar vermek, devletlerin ya da Güvenlik Konseyi’nin değil, UCM savcısının takdirine bağlıdır.
—SON—