İdam kararı yüzüne okunan menderes, metanetinden en ufak bir sapma yaşamaz. “Allah milletimize zeval vermesin” cümlesi dökülür. O anda bile milletini düşünür. “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedî saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum...” olur.
Dizi: Op. Dr. Aytekİn Coşkun
[email protected]
***
Darbe Sabahı…
27 Mayıs 1960, sabah saat 04.36’da Ankara Radyosu’ndan bir anons yapılır. Tek haberleşme aracı olan devlet radyosundan her eve ulaşan anonsta, ‘’Bugün, demokrasimizin içine düştüğü buhran ve en son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla, Türk Silâhlı Kuvvetleri memleketin idaresine el koymuştur’’ denilir. Türk halkı ihtilâlle ilk defa o sabah tanışır.
Neredeyse zil takıp oynamak isteyenler ile bıyık altından gülenler bu haber karşısında keyiflenirler. Oysa Anadolu’da ve bütün yurt çapında hüzün ve sıkıntı hâkimdir, insanlar ne yapacağını bilemez durumdadır. O günün sözde aydınları ihtilâli yapan ihtilâlcilere köşelerinde methiyeler düzmüşlerdir. Tarih onları daha dün gibi hatırlamaya devam edecektir.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar Çankaya Köşkü’nde, Başbakan Adnan Menderes Kütahya’da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara’ya götürülür. Diğer tutuklu DP’li üyeler, bakanlar, komisyon üyeleriyle, DP milletvekilleri, üst derecedeki bürokratlar, polis şefleri tek tek evlerinden ya da bulundukları mekânlardan toplanarak Ankara’daki Harp Okulu’na getirilirler. Demokrat Parti iktidarı ile iyi ilişkiler içinde bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun ile bazı üst rütbeli asker ve bürokratlar da cezaevlerine konulurlar. Ve herkes Yassıada’ya gönderilir. Bir devrin süngü zoru ile sonlandırılması, seçimle gelen iktidarın askerî usûllerle alaşağı edilmesi yaşanmıştır.
Artık Türkiye eski Türkiye değildir. Demokrat Parti gönüldaşları büyük bir baskı içinde ve adeta göz hapsinde tutulurlar. Artık ‘’Demokrat olmak’’ ülkede suç işlemek ile aynıdır. Her yerde hürriyetlerin kısıtlandığı, temel hak ve hürriyetlerin askıya alındığı yıllar başlamıştır. 27 Mayıs darbesini yapan cuntacıların kurdukları Yüksek Adalet Divanı 9 ay 27 gün süren yargılama süreci sonunda 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapse mahkûm edilmesine karar verir. Geri kalan 418 sanık hakkında ise 6 ay ile 20 yıl arasında değişen oranlarda hapis cezaları veya beraat kararları verilir.
Cemal Gürsel başkanlığındaki Millî Birlik Komitesi, Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affederler. Asıl niyetleri ortaya çıkmıştır. Asıl hedef Adnan Menderes ve arkadaşlarıdır. Düzmece bir yargılama, göstermelik bir iki mahkûmiyet ve sonrasında hepsinin affedilmesi. Çünkü ülke rayına oturmuş, gelişmeye başlamış, adaletin, demokrasinin, hürriyetlerin yaşandığı bir ülke haline gelmiştir. Celal Bayar’ın cezası ise yaş haddi sebebiyle ömür boyu hapse çevrilir. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 16 Eylül 1961 tarihinde sabaha karşı idam edilirler. Ülke en değerli olan iki evlâdını o sabah şehit verir.
Has evlâdı olan Menderes ise 17 Eylül 1961‘de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden “sağlam” raporu alınmasının ardından, İmralı Adası’na götürülür. İdam kararının uygulanmaması için ABD Başkanı Kennedy, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle, Büyük Britanya Kraliçesi II. Elizabeth ve İran Şahı Pehlevi başta olmak üzere birçok lider baskı yapar sözüm ona. Buradan da anlaşılacağı gibi aslında bu ihtilâlin arkasında sanki bu devletler vardır. 1980 ihtilâli sonrası dönemin ABD başkanı Carter, ‘’Bizim çocuklar halletti’’ diyecek kadar olayı net ortaya koymuştur. Bundan anlaşılacağı gibi bu devletlerin gelişen Türkiye’nin önünü kesmesi çok zor değildir. Halkın elinden bir şey gelmemektedir, korku duvarları örülmüş, insanlar sindirilmiştir. Devrin CHP’si de sessiz kalarak, adeta olayı sahiplenmiştir. Aslında ülkenin önü kesilmiş, demokrasi rafa kaldırılmış, hürriyetler kısıtlanmış, meclis dağıtılmış, partiler kapatılmıştır.
Bütün bunlara rağmen, sahte, yalan, düzmece yapılan duruşmalar sonucunda tarihimize kara bir leke olarak geçen Menderes ve arkadaşlarının idam fermanı imzalanmıştır. Gelin görün ki beyefendi, kibar ve nazikliğinden asla bir şey kaybetmeyen Menderes, kendisine yapılan haksız, hukuksuz bu yargılama sürecini yapan ve idamı onaylayanlara şu mektubu bırakır. Nasıl bir iman sahibidir ki imanın iki önemli rüknü olan sabır ve affetme sıfatlarını kendisine yapılan bütün zulüm ve işkencelere rağmen korumuştur. Bu Demokrat kahraman, ‘’Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir’’ diyen Bediüzzaman’dan İslâm Kahramanı sıfatını alırken, hayatı boyunca Demokrasi kahramanı, Gönüllerin kahramanı sıfatlarına, Sabır kahramanı sıfatını da eklemiştir. Yaptığı en önemli iş İslâmın şeairini muhafaza etmesi ve İslâmın en önemli özelliği olan hürriyeti işler hale getirmesidir.
‘’Sizlere dargın değilim, sizleri affediyorum’’, demesinin altında yatan asıl sır bu kale gibi imanın eseridir. Yapılanlar karşısında sabrını ve affetmesini Rabbinden gelen bir musîbet olarak görmesinden başka anlam vermek mümkün değildir.
İşte İslâm Kahramanı olmak öyle kolay değil.
Menderes mektubunda şöyle seslenir: ‘’Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silâhların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duâm [bu kelimenin üzeri çizilip merhametim yapılmıştır] sizlerle beraberdir.’’
Aslı astarı olmayan ve düzmece suçlamalarla adeta sonu belli olan bir tiyatroyu oynayan o günün yargı elemanları Menderes’i ‘Bebek Dâvâsı’ dışındaki bütün dâvâlardan suçlu bulur. Tiyatro oynanır ve süreç adeta bu şekilde örülür. Elle tutulur en ufak bir suç ortada yoktur, ama gizli bir el Menderes’in idamını istemiş ve bu oyun ortaya konmuştur. İdam kararı yüzüne okunur, ama o metanetinden en ufak bir sapma yaşamaz. Menderes’in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin” cümlesi dökülür. O anda bile milletini düşünür. “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedî saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum...” olur. Bir devrin kapanışı değil tam tersine bir devrim yapacak fikir silsilesinin başlangıç tarihi olur o gün.
Bediüzzaman ve Menderes
Bediüzzaman, Menderes’i çok görmek ister, fakat hastalığı onu bırakmaz. Hatta ‘’Ben çok hasta olduğum ve siyasetle alâkasız bulunduğum halde, Adnan Menderes gibi bir İslâm kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hal ve vaziyetim görüşmeye müsaade etmediği için, o surî konuşmak yerine, bu mektup benim bedelime konuşsun diye yazdım’’ diyerek bir mektup kaleme alır ve ona gönderir. ‘’Gayet kısa birkaç esası, İslâmiyet’in bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum’’ diyerek de mektubuna ön söz düşer.
Bediüzzaman ülkenin gidişatını ve Menderes’in bu ülkeye yaptığı hizmetleri her daim takdir ederken birilerini rahatsız etmiştir. Özellikle 1923 yılı başında Mecliste yaptığı konuşmanın ardından, Ankara’nın siyasî havasından rahatsız olmuş ve Van’a giderek, mesaisinin tamamını iman hizmetine teksif etmiştir. Yıllarca siyasî atmosferi ve basını takip etmediği gibi İkinci Dünya Savaşı sırasında dahi dünya ile alâka kurmaz. Ancak, savaşın acı sonuçlarından da kaynaklanan hürriyet arayışları ve bizdeki yansıması olan çok partili hayata geçişle birlikte siyasetle alâkadar olup Demokratları desteklemeye başlar. Menderes’i açık bir şekilde destekler, talebelerini de bu doğrultuda yönlendirir.
* Demokratları küfre karşı muhafaza edip destekliyoruz. Desteğimizi çekersek Demokratlar yıkılacak ve küfür ortaya çıkacaktır (bilmana) der,
* Menderes komünizm, anarşizm tehlikesini bertaraf etmek, dinsizlik hareketini durdurmak konusunda Risale-i Nurlar’ın önemini anlamış olup, bu Nurlar’ın okullarda ders kitabı olarak okutulması için etrafındakileri iknaya çalışmaktadır der,
* Adnan Menderes, Nurlar’ın neşri için Maarif Vekili Tevfik (İleri) Beye, dönemin Diyanet Reisine emir verir,
* Menderes, İslâmiyet’in ulviyetini anlayan samimî bir Müslüman’dır der,
* Adnan Menderes’le çok alâkadarım. O’nu duâma dahil ettim der,
* Bediüzzaman Hazretleri bir yandan Demokratları desteklemiş, diğer yandan da ikazlarıyla onlara Kur’ân hakikatlerini hatırlatmaya devam etmiştir. Menderes’e bir mektup yazarak, İslâm’ın çok önemli olan ancak günümüz siyasî cereyanları tarafından dikkate alınmayan ve ihmali büyük cinayetlerin işlenmesine sebep olan üç hususa özellikle dikkatini çekmiştir:
1- Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz.” (En’am, 6/164) esası, tarafgirlik ve particilikle ihlâl edilmemeli, bu tehlikeye karşı İslâm kardeşliği esas alınıp Kur’ân’ın söz konusu hükmü dayanak yapılmalı.
2- Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” şeklindeki Peygamber (asm) emri hayata geçirilmeli, memuriyetin bir hizmetkârlık olduğu şuuru yerleştirilmelidir. Memurluk, hâkimiyet ve tahakküm aracı olmamalıdır.
3- Mü’min mü’mine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir.” hadisini esas yapıp hariçteki düşmanlara karşı dahildeki adavet unutulmalı, dayanışma sağlanmalıdır. Bu esas göz önüne alınırsa sosyal hayatı sağlam temele oturtmak mümkün olacaktır der.
Üstad, Menderes’i ziyarete giden talebelerine; kendisinden selâm söylemelerini, kendisini dindar bir vekil olarak bildiğini, onun hatırı için bu memlekette kaldığını, kendilerine yardımcı olunmasını söylemiştir. Menderes selâmı hürmetle almış ve kendilerinin müsterih olmalarını, arzularının yerine getirileceğini beyan etmiştir. Bilâhare Menderes’in, milletvekili Tahsin Tola’ya: Seni vazifelendiriyorum. Hemen faaliyete geçin, Diyanet İşlerine gidin. Eyüp Sabri Efendi ile görüşün. Risale-i Nurlar’ı neşretsin, dediği ifade edilmektedir.
Bediüzzaman’ın Menderes ve kendisi ile ilgili tesbiti de çok dikkat çekicidir. “Menderes bir din kahramanıdır. Dine büyük hizmetleri olmuş ve olacaktır. Fakat Adnan Bey arzu ettiği hizmetinin semeresini göremeyecektir. Benim de dine hizmetim olmuştur. Ketm etmeyeyim... Ama ben de hizmetimin semeresini Adnan Bey gibi göremeyeceğim. Her ikimizin de hizmetlerimizin semeresi ileride görülecektir der.
Bediüzzaman’ın Menderes’e desteğinden en çok rahatsız olanların başında CHP lideri İnönü gelir. Bu konuda gerek kendisi, gerekse partisinin yayın organı gibi hizmet gören bazı gazeteler çok sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Üstad’ın Ankara ziyareti mecliste çok sert tartışmalara sebep olmuştur. İnönü’nün meclis kürsüsünde Menderes’e hitaben: “Siz şeriatı hortlatıyorsunuz, irticayı hortlatıyorsunuz. Bediüzzaman’ı gezdiriyorsunuz” sözlerine karşılık Menderes’in, “Allah aşkına, Paşa niçin bu kadar dinden, dindarlardan rahatsız oluyor, öleceğini bilmiyor mu? Şimdiye kadar kendisine ne zararları dokunmuştur. Bütün hayatını dine vakfetmiş bir pir-i faniden ne istiyor? Niçin eziyetinden hoşlanıyor, niçin meşakkat çekmesinden hoşlanıyor, niye bu kadar dine ve dindarlara karşıdır, anlayamıyorum?” cevabı üzerine İnönü: “Efendim siz, Atatürkçülerle istihza ediyorsunuz. Öyle zaman gelecek ki, sizi ben dahi kurtaramayacağım.” şeklindeki meşhur tehdidini savurmuştur. Üstad’ın 23 Mart 1960’da vefatından iki ay sonra Demokrat Parti iktidarı da ihtilâlciler tarafından sona erdirilir, Demokratlara on yıllık hizmetlerinin bedeli hapisler, sürgünler ve üç idamla ödetilir.
Selâm ve duâ ile...
-Son-