Terörle yatıp-kalktığımız günlerin geride kaldığı Türkiye’ye ihtiyacımız var.
Bu güne kadar PKK teröründen dolayı binlerce şehidimiz var, binlerce ailenin ocağına ateş düştü, bölgeye askerliğe giden yiğitler ailesi ile helalleşerek gittiler. Bölgeye seyahat etmek ise hiç kolay değildi. 1992 de Afşin’de hekimlik hayatıma başladığımda Elbistan’a gider-gelirken yolumuzun kesilmesi korkusu yaşar, gün kararmadan dönerdik. Jandarmalara rastlayınca bir nebze olsun rahatlardık. Binlerce masum insanın katledilmesi ve binlerce askerimizin şehit edilmesi hala sıcaklığını koruyor. Gün geçmiyor ki şehit haberi gelmesin, bölgenin dağlık kırsalında sıcak çatışmalar olmasın. Böyle bir ortamda, Bahçeliden böyle bir açıklama gelmesi, herkesi şaşırttı.
Diyarbakır anneleri ile surda gedik açmaya başaran süreç devam ederken, dağa kaçırılan gençlerin aileleri feryat ederken, Bahçelinin büyük bir risk alarak meclis grubunda, terörist başına seslenmesi yeni bir yolun habercisiydi. Terörist başı Apo’ya seslenerek, PKK’nın silah bırakmasını ve siyaseten süreci yürütmesini istemişti. Bahçeli’nin 22 Ekim'de PKK liderine, örgütü lağvetmesi koşuluyla, "Umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı'nda konuşması" için çağrı yapması, Türkiye'de büyük yankı uyandırmıştı. Bahçeli’nin bu çağrısı gelinen noktanın da miladı olmuştu. Bahçeli’nin açıklamaları elbette tesadüfi değil, hesaplanmış ve sonuçları düşünülmüş açıklamalar olarak kulislere yansımıştı. Herkes, bu sözler üzerine önce donup kalmıştı. Böyle bir çıkışı, bu kadar acı çekmiş bir millete, kendi meclis sıralarından yapılıyor olması hiç kolay değildi. Yıllardır kanayan yaraya biri tuz basmaya karar vermişti. Devletin kurumları Bahçeli’nin bu çıkışına refleks olarak önce sessiz kaldılar, sonrasında ise ortak akıl üzerinden hareket ettiler. Ortak akıl terörden uzak, barış içinde bir Türkiye istiyordu. Birçok masumun katili, birçok şehitlerimizin müsebbibi, evlere ateş düşüren adamı, Meclise gel konuş demenin sonuçları ne olacaktı.
Dünya konjukturüne bakıldığında iç siyasette birlik ve beraberliğin çok kıymetli bir hal aldığı dönemi yaşıyoruz. Kilitlenmiş bir Gazze’ye birde dağınık duran Ukrayna’ya bakmak yeterli. Bölgesel ve jeopolitik yapımız, tarihi geçmişimiz, sorumluluklarımız, bundan sonraki süreçte birlik, beraberlik ve kardeşliğin (Türk, Kürt, Laz, Çerkez,) tesisini gerektiriyor. Şimdi başaramaz isek sonraki yıllarda küresel güçlerin masasında karar verilen duruma düşeriz.
Bu yüzden uzun vadeli politikalar geliştirmek zorundayız. İmralı heyetinin basın açıklaması; PKK’nın kendini fesh etmesi, çatışmaların durması, silahların susması şeklinde açıklamalardan oluşuyordu.
Endişelerimiz ise; Türkiye’nin yıllardır savunduğu teze odaklanalım. PKK’nın uzantısı PYD/YPG/ SDG/Pajak, Suriye ve Irak’ın kuzeyine konuşlanmış terör örgütleri. Bunlar bölgelerinde PKK'nın uzantısı olarak tanımlanıyorlar. Sınır ötesi harekâtlarımızın çıkış noktası da bu teze dayanıyor. Bunlarda PKK gibi silah bırakacak mı? Bugün DEM parti eş başkanı Pervin Buldan’a sorulan soru; ‘’SDG silah bırakacak mı? Cevap; ‘’metinde olmayan bir şeyi söyleyemem’’. Bundan sonraki dönemeçte PKK uzantılarının tanımı ne olacak? Irak ve Suriye’nin kuzeyine sınır ötesi harekâtlarımız devam edecek mi? SDG Fırat’ın doğusunda konuşlanmış durumda ve silahlı, HTŞ lideri Eş Şara ise bu konuda pek bir şey yapabilmiş değil, çünkü SDG’nin arkasında ABD var, mühimmat temini ve eğit-donat devam ediyor. Bu yapılar silah bırakmaz ise nasıl tedbir alınacak?
Avrupa ve Amerika bugüne kadar PKK ve onun uzantılarına kol kanat gerdiler. Bundan sonraki tavırları da aynı şekilde devam edebilir. PKK diyelim örgütü fesh etti ve silah bıraktı, bu örgütlerin PKK’nın uzantısı olması mümkün değil diyerek, Türkiye’nin Tezi kabul görmeyebilir. AB ve ABD, Fırat’ın doğusundaki SDG’nin PKK’nın uzantısı olmadığını, Kürtleri temsil eden bir örgüt olduğunu söyleyebilir. Bekleyelim.