ABD’nin on yıl sonra “çekildiği” Afganistan’ı Taliban’a teslim etmesiyle meydana gelen kargaşadan en çok zararı bu ülkede Amerikan hegemonya ve çıkarlarının “bekçiliği”ne soyunan Türkiye görüyor. Ve bunların başında da yine yüz binleri bulacağı söylenen “yeni göç dalgası” geliyor.
Vakıa şu ki Amerikalıların Taliban’la “anlaştığı”, Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle Türkiye’nin de ABD’nin yanısıra Taliban’la “pazarlığa” oturmaya hazırlandığı vetirede otuz senedir süren işgallerden ve iç savaştan bezen Afganlılar, dünyada en çok saldırı ve bombalama yapmakla bilinen Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesinden tedirgin. Özellikle genç nüfus ülkenin yeni bir kargaşa ve kaostan kaçıyor.
Zira Irak’ta ve en son Suriye’de açığa çıktığı gibi, ABD ve işgalci ortaklarının plânı, öncelikle bölgede “İsrail’in güvenliği” ile emperyal güçlerin egemenlikleri hesâbına devreye sokulan BOP’la Fas’tan Afganistan’a 22 İslâm ülkesinde etnik ve mezhebî iftiraklarla bölüp parçalayıp ufaltmak.
İngiltere Genelkurmay Başkanı Nick Carter’in “uluslar arası Afganistan projesi”ne dair “gerilimin daha da tırmandırılmasıyla iç savaş ve kargaşanın ateşlenmesiyle ülkenin etnik ve mezhebi ayırımlar üzerinden parçalanması” ikrarı bunun itirafı.
EURO VE DOLAR ALMAK İÇİN!
Garip tecelliye bakınız ki çoğu Avrupa’da iş bulmak ümidiyle yola çıkan binlerce Afganlı, Çin, Rusya ve diğer Türkî Cumhuriyetlere değil, İran üzerinden “NATO misyonu” perdesinde Afganistan’da Amerikan taşeronluğuna talip olan Türkiye’ye akın ediyor.
Uydu kameralarına da yansıyan görüntülere ve bölgeden gelen haberlere göre şimdiden bir “sığınmacı tezgâhı” kurulmuş; günde bin ile bin beş yüz sığınmacının Türkiye’ye girdiği belirtiliyor.
BM ya da bir başka beynelmilel kurumun kararı olmadığından hiçbir uluslararası meşrûiyeti olmayan, ABD ve işgal ortaklarının terk ettiği Afganistan’da kalmanın riskleri ve ödeteceği ağır bedeller tartışılıyor.
Ve en çok tartışılan hususlardan biri El Kaide’den IŞİD’e onlarca örgütün binlerce militanının cirit attığı ülkeden “mülteciler”in arasına uluslar arası istihbarat servislerinin terör eylemleri ve kullandığı, organ mafyasından uyuşturucu kaçakçılığına her türlü uluslar arası suçta istimal edilen teröristlerin sızması geliyor.
Zira Suriyeli sığınmacılarda olduğu gibi gelenlerin çoğunun üzerinde hiçbir kimlik bulunmadığından ve Kabil’e sorup cevabını almak da aylar alacağından aslında “mülteciler”in belli bir plân dahilinde belli bir süre kamplarda kontrol altında tutulmalarının gerektiği belirtiliyor.
Ancak en çarpıcısı, onlarca, yüzlerce sığınmacının sınırdan geçtiğinin âlây-ı vâlâ ile bütün dünyaya duyurulmasıyla sığınmacılar üzerinden “şantaj”la “dolar ve euro desteği”ni sağlamak maksatlı olduğu şâyiası.
Daha da vahimi, Erdoğan’ın Brüksel’de Biden’e söylediği gibi başta ABD’nin Zarrap ve Halk Bankası davası ile “ağır ekonomik yaptırımları” savuşturmak ve “Cumhurbaşkanı ile âilesinin mal varlığını araştırılması”ndan kurtulmak ile Avrupa’ya “mülteci kalkanı” olmak için AB ülkelerinin mali desteğini sağlamak amacıyla bile bile mülteci akınına kapı açılması.
Nitekim, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin doğu sınırında mülteci geçişinin kontrolünün ve barıma imkânlarının sağlanması ve “mültecilerin - göçmenlerin Avrupa’ya ulaşmasına engel olmak için Türkiye’nin doğusunda, sınır kontrolüne 3 milyar euro ek fon sağlanması için Türk hükümetine ek fon önerisi; buna karşı iktidar partisi sözcülerinin “Sadaka mı veriyorsunuz; üç milyar ne ki?” tepkileri bunun tezâhürü.
ANKARA’NIN “GÖÇMEN PLÂNLAMASI” OLMALI
Görünen o ki, şimdi de Afganistan’dan binlerce kilometrede gelen binlerce mülteci kevgire dönen sınırlardan kayıt altına alınmadan gelişigüzel alınıp ülke içine salınıyor.
Ne var ki resmi rakamlarla her ne kadar üç buçuk milyon dense de, AKP iktidarında Ankara’nın baştan beri Şam’ı dışlayan agresif politikalarla ortaya çıkan karışıklıkta beş milyonu bulan Suriyelinin Türkiye’de yığılmasında olduğu gibi Ankara’nın doğru dürüst bir “göç ve göçmen plânlaması” yok.
İnsanî bir durum olan göç ve göçmen meselesinde sınırları bütünüyle kapatmak elbette Türkiye’ye yakışmaz. Bu bakımdan, artık “Avrupa’ya kızdım, gidin, sınıra yığılın!” diye bir vaziyet de olmayacağına göre, hem mültecilerin tesbitiyle haklarının korunmasıyla suiistimale meydan verilmemesi hem de sınır güvenliği için ciddi bir “göç plânlaması” ve tâkibinin olması gerekiyor.