“İktidar cephesi”nin 31 Mart seçimleri kaybı derin travmasına karşı “normalleşme-yumuşama”yla milletin demokratik direncini tırpanlayan katakullilerle şaşırtmalar yapılıyor.
Daha düne kadar Kürtçe halay çekenlerin gözaltına alındığı, DEM’in kapatılıp seçilmiş belediye başkanlarına “kayyım şantajı”nın savrulduğu vartada Bahçeli’nin “terörist başının salıverilip Meclis’te konuşması çıkışı”yla âdeta terör örgütüne “meşruiyet” atfediliyor.
Belli ki bir yandan Erdoğan’ın yeniden adaylığı için “Anayasa değişikliği” perdesinde müebbet hapse mahkûm terör örgütü liderine “umut hakkı”yla dışarı çıkması önerisiyle “pazarlık masası”na oturulurken; diğer yandan iktidar partilerinin erimedeki oylarını tutma, erozyonu durdurma ve tepkileri dindirme taktiğiyle “Kürt sorunu yok” deniliyor.
Ne var ki ortada hiçbir demokratikleşme irâdesi, hukukun üstünlüğüne, hak ve hürriyetlere dair hiçbir gelişme olmayan, siyasî hesaplarla bir tek terörist başı üzerinden yürütülmek istenen “süreç”ten “çözüm”ün çıkmayacağı kanaati peşinen kuvvet kazanıyor.
TERÖRLE MÜZÂKERE HEP AKAMETE UĞRATIYOR
Gerçek şu ki nereye gittiği bilinmeyen ve yol haritası olmayan tablo, daha 21 Ağustos 2010’da Kayseri’deki referandum mitinginde “Terör örgütüyle görüştüğümüzü söyleme şerefsizliğini yapıp alçakça iftirada bulunanlar hesabını verecekler!” restini çeken dönemin Başbakanı Erdoğan’ın 20 Eylül 2011’de “Hükûmet olarak biz yapmadık, ama devlet olarak bu görüşmeleri yaptık” çarkındaki çarpıklığı hatırlatıyor.
Görünen o ki “süreç”, “Oslo müzâkereleri”nin açığa çıkmasıyla, 26 Eylül 2011’de Kanal 7’de “İmralı olsun, Oslo olsun çok net bu adımları da attık. Millî İstihbarat Teşkilâtı olarak görüşmeleri başlattık ve devam ettik…” diye konuşması; 2012 Nisan’ında “Sır küpüm MİT Müsteşarımızı İmralı’ya, Oslo’ya gönderen benim” sözlerini sarfetmesi; ve 28 Aralık 2012’de TRT özel yayınında “Ben ve müsteşarım risk alıyoruz, Ada (İmralı) ile de görüşür, Adanın (Öcalan’ın) kanaatlerini arar, adım atmaya devam ederiz” ikrarındakiyle terörist başının muhatap alınmasıyla “çözüm süreci” çıkmaza sokulmasına benziyor. (Habertürk, Sabah)
Yine 6 Ocak 2013’te “Bundan önce bir Oslo olayı vardı, bunun önünü kapamanın bir anlamı yok” ifâdesini kullanırken asla Meclis’i muhatap almaması ve Haziran 2014’te Diyarbakır’daki Çözüm Süreci Çalıştayında İçişleri Bakanı Efgan Ala’nın “Arada aracı yok, artık PKK ile AKP doğrudan görüşüyor” derken HDP’li S. Süreyya Önder’in iktidar adına Öcalan’la görüşen isimleri ifşaatını andırıyor. (Milliyet, gazeteler)
Özetle, “tek kişilik rejim”de de Saray iktidarının “çözüm”ü hâlâ Meclis’i, muhalefeti ve hatta iktidar partisi milletvekillerini dışlayıp kapalı kapılar arkasında “sürec”i terör örgütü ve lideri üzerinden kotarmaya yeltenmesi daha baştan çıkmaza sokuyor.
Bu yüzden bizzat Cumhurbaşkanı’nın “çözüm masası”nı devirmesiyle ters tepen “süreç”te AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran (2015) ile 1 Kasım arasında yüzlerce güvenlik görevlisinin şehid olduğu, vatandaşların katledildiği terör saldırılarının, 80 bin uzun namlulu silâhın, 200 bin ton patlayıcının yerleştirildiği şehirlerin altının cephaneliğe dönüştürüldüğü Hendek olayları gibi kanlı terör saldırılarından korkuluyor.
“KÜRTLERİN GERÇEK TEMSİLCİLERİNİN MİLLETİN MECLİSİ…”
Oysa doğru ve kalıcı “demokratik çözüm” için öncelikle millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in meşru muhatap alınması; düşmanlaştırıp kutuplaştıran “kimlik siyaseti”ne karşı vatanın bütünlüğü ve milletin birliği ekseninde başta “Kürt meselesi” ile bütün problemlerin demokrasi ortak paydasında müzâkeresi; aksi halde siyasî maksatlı kumpasların bir defa daha akamete uğratacağı, emperyal güçlerin “tefrika fitnesi”ne gelineceği ortada.
Cumhuriyetin demokratikleşmesiyle doğrudan bağlantılı olan “mesele”nin emperyal ecnebilerin hegemonya ve çıkar projelerine taşeronluk yapan, “savaş, şiddet, terör, çatışma politikaları”na karşı meşru siyaseti kriminalleştiren, ülkeyi etnik-mezhebi tefrikalarla bölüp parçalamada “hâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlama”da kullanılan terör örgütünün tekelinden kurtarılıp, topyekûn demokratikleşme ve hürriyetler ekseninde Meclis’in uhdesine verilmesini şart kılıyor.
“Çözüm”, 104 yıl önce emperyalist işgalcilerin Osmanlıyı taksim etme plânlarına karşı, Paris’te Osmanlıdan koparılacak “Kürdistan ve Ermenistan mukavelesi” üzerine, Bediüzzaman’ın Kürtlerin temâyüz etmiş iki ismiyle 7 Mart 1920’de İkdam gazetesinde neşrettiği “Kürdler ve Osmanlılık” izâhatında.
“Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin (İslâm birliğinin) fedakâr ve cesur hâdimi (hizmetkârı) ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî an’anesine sadâkati gaye-i hayat bilmiş olan Kürtler, Kürt vicdan-ı millîsinin tahassüsüne (hissiyatına) muğayir (aykırı) hareket eden zevâtı da tanımazlar” ikazıyla küresel mihraklara, ifsad şebekelerine maşalık yapan terör örgütlerinin Kürtlerin sözcüsü olamayacağı “çözüm” merciinin Meclis olduğu açık beyânında.
Ve 17 Mart 1920’de Sebilürreşad’daki “Kürtler ve İslâmiyet” makalesinde, “Kürtlerin vekili ve Kürtlük nâmına söz söyleyecek, ancak Meclis-i Meb’usân-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir” tasrihiyle Kürtlerin gerçek temsilcilerinin milletin Meclisi olduğu tesbitinde. (Eski Said Dönemi Eserleri, 107-110)
Bunun içindir ki “çözüm”ün Meclis’in uhdesinde, milletin nezdinde, kamuoyunun önünde sivil toplumla ve topyekûn demokratik muhalefetle diyalog ve müzâkeresi gerekiyor.
Başka da yolu yok…