Birkaç gün evvel bir televizyon kanalında bir bayan programcı meâlen şöyle bir ifâde kullandı:
“Biz Müslümanlar bazı konularda yanlışlar yapıyoruz. Meselâ, Cenâb-ı Allah’dan gelen bir musîbete, bir hastalığa şükrediyoruz. Hayır! Şükretmeyeceğiz; hamd edeceğiz. Zîra Hadîs-i Şerîf ile sabittir ki, ‘şükür nîmeti arttırır.’ Biz eğer hastalığa şükredersek hastalığımız artar. Bu yanlış.”
Bu ifâdeler son zamanlarda Hastalar Risâlesi’ni sık sık okumak durumunda olan bendenizi rahatsız etti. Zîrâ şahsen îmânî ve İslâmî bir konuda şahsımı tereddüde sevk eden bir mes’eleye şâhit olduğumda ilk mürâcaat ettiğim kaynak Risâle-i Nûr’dur. Böyle tereddütlü bir konuda Asrın Müceddidi olarak Bedîüzzamân Hazretleri ne söylemiş, Kur’ân ve Hadîslerden nasıl delîller getirmiş onlara bakmaya çalışırım.
Bu konuda da aynı şekilde hareket ettim. Zâten serdedilen ifâdelerin beni tereddüde düşürmesinin sebebi de Hastalar Risâlesi’nde bu hususta aksi ifâdelerin bulunması idi.
İlginçtir; ben “Bu konu hakkında Risâle-i Nûr acaba ne diyor?” diye düşünüp ba’zı yerleri yeniden okuma ihtiyâcı duyarken, bir başka televizyon programına telefon ile bağlanıp suâl sormak isteyen bir bayan izleyici de aynen şu soruyu sordu:
“Hocam! Nîmetlere şükretmek değil, hamd etmek gerekiyormuş; şükretmek doğru değilmiş; öyle mi?”
Buyurun şimdi… Bu konuda bir şeyler bildiğini vehmeden birisi bir şey söylüyor; sâde vatandaş da işi tamâmen ters anlıyor. Daha doğrusu şükredilmesi veya hamdedilmesi gereken husûsu kaçırıp, kafasında büsbütün başka bir problem yaşıyor. Demek ki, televizyon, radyo, gazete veya benzerî ortamlarda fikir beyân eden insanların söyleyeceklerini söylemeden önce—tâbir-i câiz ise—kırk def’a düşünüp ona göre fikir serdetmeleri gerekiyor. Yoksa hiç akıllarına gelmeyen ve belki tamâmen gâyelerinin aksine bir netîceye vesîle olmaları uzak ihtimal değildir.
Hastalar Risâlesinde, “hastalığa şükredilmez” diyen bayan programcıyı tekzîb eden bir hayli ifâde bulmak mümkün. Hemen birkaç tanesini hatırlayalım:
“Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret.”1
“Hattâ bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakîkalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakîkası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahîha ve keşfiyât-ı sâdıka ile sâbittir. Senin bir dakîka ömrünü bin dakîka hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî değil, teşekkür et.”2
“Ey şekvâcı hasta! Senin hakkın şekvâ değil, şükürdür, sabırdır.”3
“Senin başındaki şimdilik bu muvakkat hastalığın netîcesi ve içyüzündeki sevâbı düşün. ‘Bu da geçer, yâ Hû’ de, şekvâ yerinde şükret.”4
Yukarıdaki ifâdelerden açıkça anlaşılacağı gibi Bedîüzzamân’a göre hastalıklar için şükretmenin hiçbir mahzûru yoktur.
O zaman sayın programcı bayanı ve onunla aynı fikirde olanları böyle düşünmeye sevk eden sebep nedir?
Burada gâliba ilk ele alınması gereken şey, insanların hastalık ve musîbetlere hangi göz ile baktığı husûsudur. Zîra hastalıklar ve musîbetler insanların îmanlarının derecesine göre değerlendirilebilmektedir. Îmânı ve tevekkülü kuvvetli bir mü’min için hastalık ve musîbetler birer ihsan ve ikrâm olarak görülürken, avâm için bir ihtar ve îkaz, îmânı zayıf birisi için cezâ ve mücâzât, gaflete düşüp îmandan yoksun kalmış birisi için ise (hâşâ) haksızlık ve hattâ zulüm şeklinde algılanabilmektedir. Öyleyse işin hakîkati nedir?
Risâle-i Nûrlar kişiye tahkîkî îman dersi verdiği, insanların îmanlarını kuvvetlendirdiği için Risâle kültürü olan birisinin hastalık ve musîbetlerdeki nîmetiyet cihetini göz ardı etmesi, ihsan ve ikram yönünü görmemesi düşünülemez. Eğer herhangi bir şey sizi eninde sonunda bir iyiliğe, bir güzelliğe, bir hayra götürüyor; size faydalı bir şey kazandırıyorsa o şeyin sizin için bir nîmet, size bir ikram, bir ihsân olduğu cihetini göz ardı etmemeniz gerekir. Zîra nass-ı Kur’ân’la “Allah her şeyi en güzel şekilde yaratmıştır.”5 Allah’ın yarattığı her şey ya bizzat güzeldir; ya da netîceleri itibârıyla güzeldir. Yukarıdaki Kur’ân âyetinin tefsîri sadedinde Üstad Bedîüzzamân şu ifâdeleri kullanmaktadır:
“Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakîkî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya netîceleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zâhirî perde altında gâyet parlak güzellikler ve intizamlar var.”6
İşte tahkîkî îman sahibi bir mü’min tarafından hastalık ve musîbetler bu yönüyle değerlendirilir. Hastalıklardan gelen zâhirî zorluklar, sıkıntılar arkasında tatlı meyveler, bâkî netîceler, uhrevî faydalar bulunduğu kalbi hüşyâr her mü’min tarafından görülmekte ve hissedilmektedir. Zâhirperest insanlar için sıkıntı ve zorluk kaynağı gibi görülen hastalık ve musîbetlerin, hakîkatte insanın ömür sermâyesini kârlı netîcelere, bâkî meyvelere, ebedî kazançlara götüren bir vesîle ve bu yönüyle de büyük bir nîmet olduğu âşikârdır.
Bahsini ettiğimiz bayan programcı ve onun gibi düşünen insanları yanıltan husûs, “nîmet” ile “nîmetin vâsıtalarını” birbirine karıştırmaları olsa gerek. Hastalık ve musîbetlerin nîmetiyet ciheti, netîceleri îtibâriyledir. Sonunda ulaşılan nîmetin derecesi nisbetinde de vesîlelerin kıymeti artmakta, şükür ve hamdi gerektirmektedir. Allah’dan elbette musîbet istenilmez. Ancak gelen musîbete de isyân etmeden sabır içinde şükretmek her mü’minin aslî vazîfesidir.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s: 207.
2- A.g.e. s: 207.
3- A.g.e. s: 208.
4- A.g.e. s: 209.
5- Secde Sûresi, âyet: 7.
6- Sözler, s: 210.