Bir süre aklıma takılan, zihnimi meşgûl eden bir suâl vardı; uzun zaman cevabını bulamadığım. Kime sormuşsam tatmîn edici bir cevap bulamamıştım.
Ortaokul yıllarımda Peygamber Efendimizin (asm) hayâtını okuduğum bir kitapta onun (asm) ümmî olduğunu yazıyordu. Belki o yıllar dikkatimi çekmeyen bu durum, dahâ sonra Esmâ-i İlâhiye’den de haberim olunca aklıma takılır olmuştu. Esmâ-i Hüsnâ’nın arasında “Hakîm” ismi de mevcuttu. Bu demek idi ki, Cenâb-ı Hak her emrinde, her şe’ninde hikmetsiz, abes iş yapmazdı. Oysa Kur’ân-ı Hakîm’in daha ilk âyetinde “İkra’ = Oku” emr-i İlâhîsi vardı. Okuma-yazma bilmeyen, ümmî bir Zât’a (asm) verilen “Oku” emri Hakîm-i Mutlak’ın (cc) hikmetine muvâfık düşmüyor gibi görünüyordu.
İşte bu müşkülümün, Risâle-i Nûr’u tanıdıktan sonra hallolduğunu gördüm. Anladım ki, Resûlûllah’a (asm) verilen ilk emirde kast edilen “oku”mak, yalnızca benim ilk anda anladığım gibi “kitap okumak, yazı okumak” anlamına gelmiyordu. Hattâ–-biraz dahâ iddiâlı bir tarzda söyleyelim—o emr-i İlâhî’den ilk anlaşılması gereken ma’nâ o değildi. Evet; orada asıl kast edilen “kâinat kitabını okumak” idi. Hakîm-i Mutlak (cc), Efendimiz’e (asm) kâinatı, kevniyâtı, hâdisâtı, mevcûdâtı okumasını ve okutmasını emrediyordu. Bu emr-i İlâhî’nin hikmetini belki ilk ânın korku ve heyecânıyla anlayamayan Resûlûllah (asm), dahâ sonra Cenâb-ı Hakk’ın bu emrini en güzel şekilde anlayıp ümmetine de anlatacak ve onu (asm) rehber edinen muhakkıkîn-i İslâm da bu sünneti en güzel şekilde anlayıp-anlatacak; yaşayıp-yaşatacaktı. Bu muhakkıkîn-i İslâmın zamanımıza hükmeden ferdinin ise Bedîüzzamân Said Nursî olduğunu, Risâle-i Nûr’u okuyup anlamaya çalıştıkça idrâk ettiğimi zannediyorum.
Risâle-i Nûr Külliyâtı–-Kur’ân-ı Kerîm’in asrımıza bakan bir yansıması olarak—hemen hemen baştan sona mevcûdâtın ve hâdisâtın okunmasından, tefekküründen ve bu yolla Hâlık-ı Kâinât’ın isim, sıfat ve şuûnâtına ulaşmanın yollarından ibârettir desek hatâ etmemiş oluruz zannediyorum.
İşte Yirminci Söz’ün Birinci Makamının Üçüncü Nüktesi’nde de her zaman ve her yerde dâimâ gördüğümüz ve ünsiyet perdesi altında dikkatlerimizden uzak tuttuğumuz taşların “hâlât-ı tabiiyesi” nazarlara verilerek bu Kur’ânî okumanın gerçekleştirildiğini görüyoruz. Dört sahife içinde bizlere tabiî ve basit gibi görünen taşların “hâlât-ı tabiîyesi” altında Bakara Sûresi’nin öyle bir tefsîri var ki, ehl-i idrâki ve ehl-i kalbi hayret ve haşyete sevk etmemesi imkânsız görünüyor.
Mezkûr Üçüncü Nükte’yi okuduğumuzda duygusuz, duyarsız, anlayışsız, merhametsiz insanlar için kullandığımız “taş kalbli” nitelemesi ile ne kadar hatâ ettiğimizi, ne kadar idrâksiz davrandığımızı anlıyoruz. Bu “taş kalbli” tâbiri ile gûya insanın anlayışsızlığını, hissizliğini, merhametsizliğini nazara vermeye, hattâ o kişinin zâlimliğini anlatmaya çalışırız. Zîrâ bizlerin âlemimizde zâhirî görüntüsü ile katı ve sert duran taşlar, dış te’sîrlerden etkilenmeyen, çevresinin görüntüsü ne hâlde olursa olsun, duruşunu değiştirmeyen ve aslâ yumuşamayan bir sembol hâline gelmiştir. Oysa bir parça tefekkür ettiğimizde, biraz aklımızı kullandığımızda, Bedîüzzamân’ın tâbiri ile “kitâb-ı kebîr-i kâinât”ın “taş” sayfasını okumaya çalıştığımızda işin hakîkatinin hiç de dışarıdan göründüğü gibi olmadığını anlamaya başlarız. Gerçeği idrâk ettikten sonra da sert olanın, katı olanın, kasâvetli olanın aslında taş değil, gözü önündeki dakîk san’atları, nazarına sunulan delâil-i hikmeti anlamamakta direnen kalb-i insan olduğunu fark ederiz.
Yukarıda zikrettiğimiz gibi, Bakara Sûresi’nin 74. âyetini tefsîr sadedinde Üstâd, taş tabakasının yaratılış hikmetlerini ve vazîfelerini sayar ve hakîkatin hiç de bizim gördüğümüz gibi olmadığını nazarlarımıza sunar. Taşların sert olmaları ile “Zeminin bedeninde deverân-ı dem hükmünde olan suların muntazam cevelânına hizmet; çeşmelerin ve ırmakların, suyun ve enhârın muntazam bir mîzan ile zuhur ve devamlarına hazînedarlık” ettiklerini anlatır. “Toprağın, kudret-i Rabbâniye ile nebâtâta analık edip yetiştirdiği gibi, kudret-i İlâhîye ile, taş dahi, toprağa dâyelik edip yetiştiriyor” diyerek, Cenâb-ı Hakk’ın emrine musahhar olan taşların aslında “evâmir-i İlâhîye” karşısında ne kadar yumuşayabildiklerini, haşyet-i İlâhîye ile nasıl parçalanıp toprak olduklarını nazara verir. Söz konusu izâhâtı okumakla biz sert, katı ve hissiz zannettiğimiz ve addettiğimiz taşların emr-i Rabbânî ile nasıl balmumu gibi yumuşadığını, “memur-u İlâhî olan o lâtîf sulara, o nâzik köklere, o ipek gibi damarlara ne derece mukâvemetsiz ve kasâvetsiz” olduklarını müşâhede ederiz.
Burada Yirminci Söz’ün mükemmeliyetini anlatmak gibi bir iddiâmız yoktur. Buna ne bizim tâkatimiz yeter, ne de bu sayfalar izin verir. Bizim gâyemiz bu vesîleyle kâinat kitabını okumanın ve hâdisâta ma’nâ-i harfî ile bakmanın ehemmiyetini bir nebze olsun hatırlatmaya çalışmaktır.
Yirminci Söz’ün ifâde ettiği ma’nâları ehline havâle ederek, bu sözün hakîkatlerinin rûhumuza ilhâm ettiği mısra’ları nazarlarınıza arz ediyorum.
(Risaletalimhaber.com’dan alınmıştır.)
“Taş”
“Mukâvim ol!” diye emreden Rabbim,
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Ben hılkatten bu sertliğe sâhibim;
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Avını sakladım, avcı kinlendi.
Gölgemde keklikler, toylar dinlendi.
Kartal yuva yaptı, zirvem şenlendi
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Gün geldi sellerin önüne yattım.
Gün geldi; toprağa dâyelik ettim.
Mîkâîl üfledi, toz oldum, bittim.
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Toprak oldum nebâtâtı besledim
Mermer oldum sarayları süsledim
Ne nâz ettim, ne bilgiçlik tasladım
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Asâ-yı Mûsâ’nın gönüldaşıyım
Zindanda, Yûsuf’un arkadaşıyım
Şu “seyyâr sarayın temel taşı”yım.
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Zî-idrâke hüsn-ü misâl hâlim var
Anlayabilene sırlı dilim var
Rabbim’in emrine imtisâlim var
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Hazînedârıyım cümle suların
Çeşmelerin, ırmakların, enhârın
En iyi dostuyum yağmurun, karın
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Dâim Hakk emrine müştâk nazarım.
Me’mûr-u İlâhî, vazifedârım
İcrâât-ı Rabbânî’ye medârım;
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!
Bilmeyenler Risâle’den ders alsın
Yirminci Söz size kılavuz olsun
Benden, kalbinize ma’rifet dolsun
Bana “taş!” diyenler iyi düşünsün!