Tabiîki okul bitip hayata atılınca sırasıyla ve zamanı geldikçe hakkımızla yükseldik yükseldik… Makamımız mevkimiz oldu.
En sonunda beni bir daireye Daire Başkanı yaptılar. Teknik bir daire idi ve ben hayatı boyunca insanları gözlemleyen ve onları yazan biri olarak iyi bir yönetici idim. Övünmek gibi olmasın da…
Bir gün odamda oturuyorum, koridordan yükselen sesler gelmeye başladı… Hışımla odadan dışarıya fırladım. Kim benim dairemin huzurunu bozar ve kavga ederdi.
Baktım halim selim bir mühendis olan elemanım, sıkıntılı, parası çok olduğundan dolayı şımarık, işlerini düzgün yapmayan, fakat çenesiyle işlerini yürüten bir müteahhit, yeni lisanda yüklenici, denilen birisi ile tartışıyordu.
- Gidemezsin kardeşim… Burası resmî bir kurum… İşini, iş yerini terk edip kafana göre gidemezsin…
- Beyefendi! Siz ne diyorsunuz yahu… Babam yoğun bakıma kaldırılmış. Hastaneye gitmem lâzım…
- Ölmüş mü?
- Allah korusun o ne biçim lâf…
- Hastaymış... Ölmemiş... İşini yapacaksın… Perde kapanmaz... Tiyatrocu annesi, babası, amcası, halası, kardeşi ölse bile sahneye çıkıp oyununu oynuyor… Sen de önce işini yapacaksın.
Beni görünce sustular. Elemanımı hastaneye yanına bir başka elemanıma daha vererek gönderdim. Sonra o yükleniciye dönüp:
- Burası tiyatro sahnesi değil. Hayatın ta kendisi… Magazin haberlerini okuyacağına gerçekle ilgilen. Babası yoğun bakımda olan birisi işini düzgün yapabilir mi? Kuru kalabalığa getirip işi imzalatacaksın değil mi? Yemezler...“
Elemanımın müdürüne döndüm:
- Başka birini görevlendir… İyi kontrol etsinler işte kesin bir pislik var...”
Dediğim gibi de çıktı… İşi iade ettik. Zamanında teslim edilmediğinden cezaları epey tuttu. Aslında bu performans ile tiyatrocu olsa daha iyiydi…
-SON-