Fahr-i Cihan Efendimiz (asm), İslam tarihçilerinin çoğuna göre, Fil Vak’ası denilen olayın meydana geldiği yıl, Rebiülevvel ayının 12’ci gecesi, sabaha karşı dünyaya gelmiş;1 zulümatı, nura tebdil eylemiş.
Ümmeti olarak, biz de, Merhum Süleyman Çelebi’in manzum mevlidindeki “Ol rabiül evvel ayın nicesi / On ikinci gece isneyn gecesi” beytiyle ifade ettiği geceyi; yani, Gönüller Sultanının (asm) âlemi teşrif ettikleri şems-i tâbân o geceyi idrak ettik, bu gece.
Arapçada doğmak ya da doğum zamanı manasına gelen mevlid, Peygamber Efendimiz’in (asm) doğum zamanına dendiği gibi; onu tasvir etmeye, anlatmaya çalışan manzum eserlerin adı olarak da iştihar bulmuş.
“Mevlid Kandili” ise, İslâmî gelenekte, Resûl-i Ekrem Nebiyyi Muhterem Efendimiz’in (asm) âlemi şereflendirdiği, nura gark ettiği gecenin kamerî sene-i devriyesi olarak kutlandığı gecenin adıdır.
Âlem-i İslâm’da mevlid merasimi ilk defa, 1171’de, Mısır’da hüküm süren Fatımîler tarafından tertiplenmiştir. Ülkemizde de, daha öncelerine dayanan Mevlid Kandili kutlama geleneği, 1588 yılında, Osmanlı hükümdarı III. Murad tarafından resmen başlatılmıştır.
Sultan Ahmet Camii’nde idrak edilen Mevlid Kandili kutlamalarında padişah, sadrazam, şeyhülislam, vezirler Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, diğer mülki ve askeri erkânla ulema resmi kıyafetleriyle hazır bulunmuşlardır.2
Bu gece, Cenab-ı Hakkın Kur’an-ı Kerimde; “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”3 diye hitap ettiği Sevgili Nebî (asm), İlâhî vahyi biz insanlara ileten peygamberler silsilesinin sonuncusu, yani Hâtemül-Enbiya olarak dünyaya arz-ı dîdâr etmiştir.
Peygamber Efendimizin rahmet, merhamet ve adalet anlayışı ümmetini olduğu kadar, bütün insanlığı; hatta bütün mahlûkatı da kuşatmış, şefkat kanatları arasına almıştır.
Ve biz, böyle bir peygamberin ümmetiyiz.
Ne saadet, ne devlet…
Tevellüdünün sene-i devriyesi münasebetiyle salât-ü selâmlarla andığımız Peygamber Efendimizi (asm) belli günlerde, gecelerde anmakla beraber O’nu (asm) anlamak da gerekir. O’nun peygamberliğini, olağanüstü hallerini tezekkür etmenin ve hayranlık duymanın yanında; O’nu, insanî yönüyle de bilmek; şefkatli bir baba, sadık bir eş, vefalı bir arkadaş, tecrübeli bir komutan, dirayetli bir devlet başkanı, sabırlı bir muallim ve beşeriyete; yanılmaz ve yanıltmaz bir rehber oluşuyla da tanımamız gerekir.
Tanımak ve anlamak ise, Allah’ın razı olacağı kul, Resûlünün memnun olduğu ümmet olmayı gerektirir.