"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şubattan temmuza yol gider - Ân diyarı (57)

Ali HAKKOYMAZ
20 Temmuz 2024, Cumartesi
Yol nereye gidiyordu? Yol ne demekti? Hele “yolsuzluk” -ne dersen de- hiçbir yola sığmıyordu.

Yolda olanların her ân yeni bir kimliğe büründüğünü de görüyordu Selim Ali. 

Her nefes her adım her bakış yeni bir kimlik diye düşündü. 

Her ân değişen bir âlem ve kendisinin kaç âlem olduğunu aynalarda görmeye başlayan bu genç adamın hayalleri de korkuları ve ümitleri de uzayıp gidiyordu.

İşte bu hayallerin, korkuların, ümitlerin hakikatlerle iç içe olduğu yollar, daireler, çizgiler hakiki romanın, hikâyenin ta kendisiydi. 

Her ân hem yeni bir nokta hem yeni bir hayat cümlesinin başlıyor olmasıydı. 

Yol/hayat böyle bir şeydi. Ânlıktı hayat ve dahi ölüm. 

Uyanışların karanlığı yardığına ne kadar şahit oluyordu-k? Aydınlıkta mıydık yoksa karanlığa gözlerimiz alışmış mıydı?

Yol kelimesiz gitmezdi. Kelimesiz hâllerin de kelimesini bilen bilirdi.

Kelime, kelime, kelime…

Yol azıksız olmazdı. Cebimizde, torbamızda, heybemizde, sepetimizde, cüzdanımızda kelimeler olacaktı. 

Her kelime yeni bir iklim, mevsim, renk, ahenk, beste, merhaba idi. 

Kelimeler kaleme, mekana, zamana göre şeklalıyor, azalıyor, çoğalıyordu.

Kelime kelime yürürdü hayat. Nefeslerimiz, bakışlarımız ve susmalarımız (bile) kelime değil miydi?

Aslında her şey kelimeye çıkıyordu.

*

Çok ağır şeyler mi söylüyorum Selim Ali? Tamam da kelime hafif bir şey değil ki! Kelimeyi hafife alınca hayatın dayanılmaz ve çekilmez hafifliği başlıyordu. Ya da hayat işte böyle böyle ağırlaşıyor, sağırlaşıyor, uzaklaşıyordu. Yakılıp yıkılan zamanlara düşmenin altında, üstünde kelimesizliğin vahşi yüzü vardı. 

Mekanlar, akıllar, kalpler ne varsa bir uçuruma böyle yuvarlanır Selim Ali. 

*

Deccalı silahlar vuramaz. Vurdu mu şimdiye kadar? Vuramayacak. O, silahların hedefi dışında…

Silah, kavga, cehalet, fakirlik insanlığın etrafını saran, gülücükleri solduran, hayatı görünmez kılan ne ise o idi işte!

*

Bilgin Abi! Kafam takılır durur bazı şeylere. Neden hayattan ziyade ölüme övgüler düzülür? Tarihte sadece savaşlar mı var ki boyuna kılıç kalkan sesleri duyulur? “Mehter vuruyor; tarihin aksetmede yadı.” gibi şeyler bizi başka yolların/hayatın mı kıyısına bıraktı?! Beni de marşlarla büyüttüler de?! Marşlarla kitapları barıştırmak nasıl olacaktı?!

Bir taraftan da kılıç kalemden keskin diyorduk. Diyorduk amma kalemleri sivriltmek yerine daha çok kılıçları “biliyorduk.”

Bu işten savaşları körükleyenler kârlı çıkıyordu da kaybedenler de kazanmış gibi gösteriliyordu.

*

Yunus’un silahı mı vardı? Mevlana’nın, Said Nursi’nin? 

Yerinde söylenen sözlerin silahları sindireceğini her türlü huzursuzluğu dindireceğini biliyorlardı demek.

Sözler söze gelmesin diye milleti şubatların soğuğuna, temmuzların sıcağına atanları anlatsana Bilgin Abi!

Okunma Sayısı: 951
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı