“Said Nursî’yi ve Risalelerini tanımadığım yıllar, ‘bedbahtlık’tır. 87 senelik ömründe eserlerine nasıl başlamışsa öyle de bitirmiştir. Hiçbir dünya büyüğüne dalkavukluk yapmamıştır. Bu bizim memlekette büyük bir fazilettir. Cemiyette hemen herkes anadan doğma bir dalkavuk olmuş… Said Nursî bir kavga adamı. Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç… Yakın tarihimiz tek bir mücahid tanımıştır, o da Said Nursî’dir… Ben Müslüman mütefekkir deyince, celâdetiyle, cihadetiyle, onu tanıdım, başka tanımadım. Hepsi pırt deyince kaçan, firar eden insanlar. Bir tane başka görmedim ki… 60 yıl her kahra, her cefaya göğüs gererek mücadele eden biricik dâvâ adamı…” diyerek ona olan saygısını en samîmî duygularla ifade ederken, ondaki mücadeleci kişiliği özellikle ortaya koymak istemiştir.
“Ben bir fikir adamıyım. Fikir adamı demek fikir için yaşayan adam demektir. Bu itibarla doğru veya yanlış her fikrin mutlak ve kâmil hürriyet içinde kendini ifade etmesi ülkemizin haysiyeti, vak’arı ve şerefidir… Said Nursî bir havaridir. Bir mücahiddir. Bir dünya görüşünün yayıcısıdır. Bu dünya görüşüne katılsın katılmasın, her namuslu insanın vazifesi; bu toprağın bağrından fışkıran, selâbet, metanet, ciddiyet ve samimiyetini asırların imtihanından geçerek ispat etmiş bulunan İslâmî düşünceleri tamim ve neşr etmektir.” (Şefaattin Deniz, Yeni Asya, 24.02.2007)
“Şayet kendisini önceden tanıyıp eserlerini tetkik etme imkânını bulsaydım, hayatımın akışı, yaşayış tarzım bambaşka olurdu. Üstad Bediüzzaman`ın eserlerini şayet ilk gençlik yıllarımda tanımış, okumuş olsaydım, büyük ihtimalle gözlerimi bu kadar erken yaşlarda kaybetmezdim… Önce Batı`ya yönelerek peşine düştüğüm hakikati, yine Doğu`da buldum. Doğu`da ise, en parlak yıldız olarak Said Nursî`yi tanıdım… Tanzimat`tan bu yana, İslâm tefekkürünü temsil makamında, bir tek onu tanıdım. Başka hiçbir şahsiyet, bu makamı dolduramıyor, hakkını veremiyor.”
“Ezelî sır: Kader” (“Kader Risâlesi”) “Kàmus der ki: `Kader, (lûgatte) ölçme, tahmin, ölçerek takdir ederek tâyin; (kelâmda) Allah`ın iradesini icrâdan, yani kazâdan evvel takdir etmesi, ölçmesi mânasındadır.`
“Kader, ezelden ebede kadar cârî ahval ve hâdisata hâkim olan, küllî İlâhî hükümlerdir.
“Kader, ölçüp biçip hüküm vermek; kazâ ise, bu hükmü infâz etmek, yani ezelden verilen hükmü ademden (yoktan) fiil haline getirmektir. İslâmda her şeyin takdir-i İlâhî ile, yani kadere tevfikan vücuda geldiğine inanmak şarttır.”