Neden aldanır, aldatılırız? Niçin asparagas, yalan uydurma haberlerle dolduruşa geliriz? Neden sık sık savruluruz?
Ve neden özellikle siyasetçilerin öngörüleri nakıs, neden etkili bir diplomasi ortaya koyamıyor? Neden basiretler bağlı, ferasetlerin feri sönük, öngörüler isabetsiz?
Mü’miniz. O halde niçin dahili-harici içtimaî/sosyal, siyasî meselelerde sık sık aldanıyoruz? Neden ecnebi tuzaklarına düşüyor, habire kriz ve kaoslar yaşıyoruz?
Bilhassa içtimaî, siyasî hadiselerin sebep ve sonuçları, arkasındaki incelikleri keşfedemeyip tedbir alamıyorsak ferasetimizi, basiretimizi, kısaca, mü’minliğimizi, imanımızı sorgulamalı değil miyiz? Feraset/basiret nasıl kazanılır?
Önce tanımından başlayalım: Feraset, zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti, iz’an demektir. Nur, kalb gözünün açık olması.
Basiret de aynı anlama gelir: Basiret sözlükte, görme. Mecazen, hikmetle bakan iç göz, kalb gözü. Kur’ân’da, mü’minin feraseti ve özü kavrayış gücü. Apaçık hikmetli belgeler. İdrak sahibi kalbin gücü.
Basiret kelimesinin çoğulu Basair’dir. Basair, âyetler, hakka yönelten belgeler, marifet, keskin görüş, ibret ve görüş aydınlığı anlamlarında kullanılır.
Feraset ve basiret, okuma, bilgi sahibi olma, ma’rifet, tefekkür ile elde edilir. Kesbi bir feraset vardır. Bir de derin bir tefekkür, marifet, zikir elde edilen iman nuru ile ilham edilen feraset, basiret. (Ferasetin karşıtı, belâhet, eblehlik, yani, anlayışsızlık, zekâdan yoksunluktur.)
Feraset, “düşünerek anlamak, bakmak, görmek ve fark etmektir.” Istılahta feraset, insanların düşünce ve davranışlarını, keşfetme, sezme, ileri görüşlülüktür.
Feraset, hadiseler ve eşyaya iman nuruyla bakmak, perde arkasındaki gerçekleri görüp hissedebilmek; isabetli ve güçlü bir öngörüye sahip olmaktır. Feraset, kalb gözünün açık, zihnin uyanık olması ve meseleleri anında kavrama kabiliyetidir. Feraset, Esma-i Hüsna’yı Kur’ân’daki yazılı, kâinattaki mücessem, insandaki tezahürlerini doğru okumak, müzakere, mütalâa, tefekkür etmiktir. (Tefekkür; derin, etraflı düşünmek, araştırmak, gözlemlemek, incelemektir. Feraset, “Huvel Evvela vel-Ahiru vez-Zahiru vel-Bâtın” sırrına ulaşarak, meselelerin iç yüzünü keşfetme, gelecek hakkında doğru tahminlerde bulunma melekesidir.
“Ferasetin Allah’ın nuru olması” meselesine gelince; mealini vereceğimiz şu âyet perspektifinden bakabiliriz:
“Ey iman edenler! Şayet Allah’dan ittika ederseniz, o size Furkan, hem zahir, hem bâtında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur verir.” (Enfâl Sûresi, 29)
Kur’ân’ın bir ismi Nur’dur. “Bu (Kur’ân), mü’min bir toplum için Rabbinizden gelen basiretlerdir, kalp gözlerini açan beyanlardır, hidayet rehberidir, rahmettir.” (A’raf Sûresi, 203)
Nur, Alim, Habir esmalarının da bir tezahürüdür. Nur, Nur-u Muhammedi’dir. O halde “nur”, imandır, Kur’ân’dır, Sünnet-i Seniyye’dir, tefekkürdür. O zaman, ferasetli olup Allah’ın nuruyla bakan bir “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.” (Buhari, ‘Edeb’, 83, Müslim, ‘Zühd’, 63)
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nur Sûresi: 35.) mealindeki âyetin perspektifinde, Allah’a, meleklere, kitaplara, resullere, kadere ve ahirete tahkiki iman ettiğinde, “Allah mü’minin gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olmasıdır.” (Buhari, Rikak, 38)
Bir hadiste, “Mü’minin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, 1, 24) diye beyan edilmiyor mu?
Feraset/öngörü, basiret gökten yağmaz. Esma-i Hüsna’yı okuma, marifet/ilim, zikir, fikir ve şükür ile elde edilir.
Feraset, inzal edilen Allah’ın nuru, gönderilen nur-u Muhammedi (asm) ve nur-u Kur’ân ve bunların en mükemmel tefsiri Risale-i Nur ile kazanılır. Zira, Risale-i Nur, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’nin iman, ibadet, ahlâk mesajlarını; içtimaî, siyasî ölçü, prensip ve stratejilerinin formüllerini en ince detaylarına kadar verir. Ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikàtından kurtulabilir.” (Bediüzzaman, Sözler, s. 248.)
Bu hakikatler şu sualleri gerektirir: Avamdan havassa, fakirden zengine, yönetenden yöneticiye, politikacıdan her türlü meslek erbabına, “Ne kadar okuyoruz, ne kadar tefekkür ediyoruz; -anlamak, düşünmek, öğren- mek ve anmak anlamında olan- ne kadar zikrediyoruz, ne kadar şükrediyoruz?” ki, öngörümüz/ferasetimiz, basiretimiz engin olsun, aldanmayalım, savrulmayalım!..