Bazen birçok kelime ve mefhumu kullanırız, ama, gerçek manasını veya kaç anlama geldiğini tam olarak bilmeyiz. Bunlardan birisi hakikattir:
Hakikat; bir şeyin aslı, esası, mâhiyeti, gerçeği, doğrusu. Bir kelime neyi anlatmak için konulmuşsa, bu kelimenin o manada kullanılması: ‘el’ kelimesinin, bilinen uzuv mânâsında kullanılması gibi” (Ferit Develioğlu). Mesela, “Bahçemizde bir ağaç görürüz, bu bir nesnel gerçekliktir; bu ağaç şuurumuza, idrakimize, algımıza yansır, bahçemizdeki ağaca uygun olarak doğru yansıdığı ölçüde hakikattir.” (Orhan Hançerlioğlu).
Nesne, belli bir ağırlığı, kitlesi, rengi, maddesi olan her türlü cansız varlık. Felsefi olarak, kişinin dışında kalan, dış dünyanın bir parçası olarak şuurun karşısında duran her şey, her mesele. “Gerçek, varlığın bir özelliğidir, varoluş tarzıdır; ‘hakiki’ ya da ‘hakikat’ ise kişi ile nesne arasındaki bir ilişkidir; özne ile nesne arasındaki uygunluktur, bilginin gerçeğe uygunluğudur, yani bilgiye ait bir ilintidir.” (Selahattin Hilav).
Hikmet: Kainatın en verimli bir şekilde yaratılmadır. Hikmet, söz için kullanıldığına en özlü, en güzel, en faydalı, en beliğ kelamdır.
Sır’rra gelince kelime anlamı gizli hakikattir. Bir şeyin, dikkat, tetkik ve tecrübe ile anlaşılan en ince ve derin yanıdır. Tasavvufta sır “sadece Allah’ın bildiği ya da az sayıda insan tarafından bilinen özel bilgi” ve “ruhun bir idrak mertebesi” olmak üzere iki tanımı vardır. Kur’ân’da 32 yerde geçen sır; insanın içinde saklı tuttuğu özel durumu, duygu düşüncelerini, başkalarından saklayarak söylediği ve duyulmasını istemediği sözleri ve yaptığı işleri ifade eder.
Risale-i Nur, “Besmele’nin hakikat, hikmet ve sırlarını, altı iman esası ve yüzlerce alt başlıklarının İslam şartları ve yüzlerce alt başlıklarının hakikat, hikmet ve sırlarını; ahlak ve ukubatın hakikat, hikmet ve sırlarını; Tefsir, Hadis, Kelâm, Tasavvuf gibi bütün İslâm ilimleri literatüründeki geçen mefhumların hakikat, hikmet ve sırlarını izah ve ispat ederek ortaya koyar.
“Sırr-ı hilkat-i âlem olan muammâ-i acîbânesini hall ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını feth ve keşfeder…” (Sözler, s. 215.),
Hülasa, “sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif”in (Sözler, s. 491.) hakikatlerini, sırlarını, sebep ve hikmetlerini aklî, mantıkî, ilmî delillere de dayanarak ispat ve izah ederek yerli yerine oturtur.
Böylece mefhum/kavram kargaşasını da önler.