Bediüzzaman, İslâm medeniyetini yeniden ihya ve inşa edecek dirayet, kudret, yani kesbî vehbî ilme sahiptir. Bilindiği gibi, insan aklının ilim denizinden aldığı bilgi iki türlüdür:
1-Kesbi: Allah’ın tabiata koyduğu “kevnî kanunlar” çerçevesinde çalışarak elde edilebilecek “ilmel-yakîn” (ilim seviyesinde kesin bilgi), “aynel-yakîn” (müşahede-gözlem seviyesinde kesin bilgi), hakkal-yakîn” (kalb-sezgi, tecrübe ve kanaat-i katiye seviyesinde kesin bilgi)
2-Vehbî: Bâzı mânevî özelliklere haiz özel kişilere, özel olarak hibe edilen ve “ilm-i ledün” denen gizli, hâfî, bâtın, gaybî/metafizik bir bilgi. Ledün ilminin hakikati, Kehf Sûresinde, 60-82. âyetlerinde, Hz. Mûsâ-Hz. Hızır’ın (as) arasında geçen olayda dikkate sunulur. İsmini de 65. âyette geçen “ledün” kelimesinden alır.
Yüzlerce Osmanlı ilim adamı, onun Kur’ân ilimlerindeki vukufiyetini/derin bilgisini büyük bir hayranlık ve hürmetle te’yid ve tasdik etmişlerdir. 1907’de, İstanbul’/Fatihte kaldığı ‘Şekercihanı’ndaki odasının kapısına, “Her suâle cevap verilir, her müşkül halledilir, fakat, suâl sorulmaz!” diyerek ilim dünyasına çağrı yapmıştı! Bu, iki yönden dünya çapında bir hadisedir: Çünkü, yaşı 29’dur ve din ilimleri gibi branş belirtmez. Bu ilanatı gören ve duyanlar Bediüzzaman’ın bir mecnun olabileceğini düşünür. Ona, gruplar halinde sabahlara kadar en zor soruları hazırlayıp yine gruplar halinde gidip sorarlar. Sorularının tümünü cevaplandırır… “Aldıkları cevaplar çok harika ve acâip olur. Sanki o akşam berabermişler ve kitaba beraber bakıyormuş gibi sorularının cevaplarını tam olarak alır. Kesin olarak anlar ki, onun ilmi bizimki gibi kesbi değil, aynı zamanda vehbîbidir.” (Hasan Fehmi Başoğlu/Uhuvvet gazetesi, 11 Aralık 1964.)
Prof. Ali Fuat Başgil, Üstadın ilmine hayran olduğunu, kendilerinin tahsil ettiği ilimle, Üstadın ilmi mukayese edilemeyeceğini; ona Cenab-ı Hakkın öyle bir ilim nasib etmiş ki; umman gibi, aştıkça kabardığını; bir deniz ki içine girdikçe girildiğini, ilminin ucu bucağının olmadığını söyler. Gerek çağdaş, gerekse yaşayan bütün alimlerin dehasını; fen, sosyal ve mânevî ilimlerdeki otoritesini kabul ettiği Bediüzzaman için Alay müftüsü Osman Nuri Efendi de, sizler Üstadı tek taraflı anlıyorsunuz. Üstadı sizin hâfızalarınız anlamaz! Üstad acaip bir insan. Sizler Risale-i Nur’u anlayarak okuyun. İşte görüyorsunuz. Fevzi Çakmak’la her gün beraberiz. Çeşitli mevzuları, hattâ dünya ahvalini görüşüyoruz. Sizin Üstadınızda öyle bir deha, öyle bir kabiliyet var ki, dünyadaki devletlerin siyaseti Üstada verilse hepsini idâre eder.” diyor. (Şahiner, Aydınlar Konuşuyor, s. 303.)