Malûm medyanın haber bültenlerinde, gazetelerinde savaş ve açlıktan kaçan insanlar için; mülteci, kaçak, göçmen v.s gibi gayri samimî kelimeler ve tabirler kullanılmakta.
Acı ve gözyaşıyla vatanlarını terk etmek zorunda kalan insanlar için kullanılan bu tabirler en az emperyalistlerin yaptığı zulüm kadar yüreğimizi acıtmaya yetiyor. Mağdur edilen, acı çektirilen, işkenceye maruz bırakılan bu mazlûm insanların sesini maalesef vicdanlar duymamakta direniyor.
Suriye İç Savaşının başlamasından bu yana Avrupa’ya geçmek isteyen bu insanların kimisi tırların dorselerinde havasızlıktan, kimisi de bindikleri botların Akdeniz ve Ege denizinde batması sonucunda vefat ediyorlar. Her gün, onlarca mağdur ve mazlûm edilmiş bebek, çocuk, kadın ve yaşlı boğularak can veriyor. Bu acıya sebep olanlar ise pişkince hiçbir şey olmamış gibi refah içinde yaşamaya devam ediyor. İnsanlık her gün bir kez daha ölüyor.
Bizler, Muhacire Ensar olmuş bir inancın temsilcileriyiz. Hazreti Peygamber (asm) zamanında Medineli Müslümanların mağdur edilmiş vatanlarını terk etmek zorunda kalmış olan Mekkeli kardeşlerine nasıl sahip çıktıklarını tarihin şeref lavhalarında okuyoruz. Canlarını, mallarını, evlâtlarını Mekkeli Mühacir kardeşleriyle paylaşan, onları en iyi şekilde ağırlayan ve kardeş olan Medine Ensarları gibi bizler de acaba Suriyeli, Iraklı, Filistinli sair diğer kardeşlerimizi ağırlayabiliyor muyuz?
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış dönemlerinde Balkanlar ve Kafkasya’dan hicret etmek zorunda kalan kardeşlerimizi nasıl sahiplendiğimizi onları “Balkan Muhaciri’’, “Kafkas Muhaciri’’ diye bağırlarımıza bastığımıza basmıştık. Onlarla ekmeğimizi, toprağımızı, suyumuzu, havamızı paylaşmıştık. Bizler bu vatanda milyonlarca din kardeşimize kucak açtık, hâlâ da açmaya devam ediyoruz. Çünkü onlar yabancı, mülteci, kaçak değil onlar, Muhacir ‘’Müslüman Müslüman’ın ancak kardeşidir’’ Hadisince kardeşlerimizdir.
Kültür ve İnanç dünyamız tarihin her döneminde zulümden kurtulmak için bir yerden bir yere hicret etmek zorunda kalan insanlarla doludur. Hicret, Muhacir, Ensar gibi kavramlar zamanla zihinlerimizden çıkarılarak bizleri kardeşlerimize yabancı hale getirmiştir. Hazreti Peygamberin (asm) Ensarla Muhaciri kardeş yaptığını, onları her zorluğa karşı tek bir yürek gibi mücadele vermeyi öğretmesini zihinlerimizden çıkardık. Şimdi bizler, Muhacir kardeşlerimizden yüz çevirir olduk.
Aylan bebeğin kıyıya vuran o masum bedeninin fotoğrafını kaçımız zihnimizde canlı tutabiliyoruz? Yoksa bizler için Aylan bebeğin hatırası sıradan bir haber olarak mı kaldı? Aylan gibi yüzlerce belki de binlerce masum bebek hâlâ Akdeniz ve Ege’de boğulmaya devam ediyor. Bizler ise sıcacık evlerimizde zengin sofralarımızda koltuklarımıza kurulup “çok yazık, ne kadar üzücü bir durum’’ demekten başka bir şey yapmıyoruz.
Muhacire Ensar olabilmek kardeşliğimizin mihenk noktasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’deki Âyeti Kerîmeler ve Hazreti Peygamberin (asm) onlarca Hadis-i Şerifi bizleri tekrardan kardeş yapmaya, o eski ruhu tekrardan kazanmamıza yetmiyor mu? Bizler ne zaman eski kodlarımıza dönersek işte o zaman Muhacire Ensar olabiliriz. Hazreti Peygamberin (asm) hayatı bizler için nice derslerle doludur. Sahabe Efendilerimizin kardeşlik kavramını nasıl ihya ettiklerini sadece kitaplardan okumakla yetinmeyip, günlük hayatımızda da uygulamamız gerekmektedir. Muhacire Ensar olmak bize Hazreti Peygamberin (asm) mirasıdır. Bu mirasa sahip çıkmak hepimizin üzerine düşen bir görevdir.
Son olarak yazımı konu ile alâkalı bir Âyet ve bir Hadisle noktalamak istiyorum:
“Muhacir ve Ensar'dan İslâm'a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah'dan razı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedî kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur.’’ (Tevbe – 100)
“Benim kendisine sığındığım sırdaşım Ehl-i Beyt’imdir, dayanağım da Ensar’dır. Öyleyse onların kusurlarını affedin, faziletli olanlarına da sarılın.’’ (Hadis-i Şerif)