Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: Fâniyim, fâni olanı istemem.
Acizim, aciz olanı istemem.
Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.
Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.’’
İnsan, yaratılışından gelen özellikle fâni, âciz ve muhtaç yaratılmış bir varlıktır. Bu sebeple insan, yine kendisi gibi fâni ve âciz yaratılmış insanlarla kalbini, aklını ve ruhunu tatmin edemez. Ancak bâki ve sonsuz olan bir güce bağlanmak ve tatmin olmak ister. Bundan dolayı Bediüzzaman Hazretleri de, Risale-i Nur’da bu hakikati defalarca zikretmiştir.
İnsan bir takım ihtiyaçları olan bir varlıktır. Dünya hayatına gönderilen her insan rızkıyla birlikte hayata gözlerini açar. Bu konuda Âlemlerin Rabbi olan Allah (cc) inanan inanmayan ayrımı yapmadan her kuluna rızık verir, nimetlerinden tattırır. Allah’a iman etmiş olan insanlar bu rızık ve nimetlerin farkına vararak bunun sonsuz güç ve kudret sahibi tek bir İlâh’tan geldiğini bilirler. Her şeyi O Şems-i Sermediden isterler. Ve bu sebeple Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin de dediği gibi: ‘’İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim’’ derler.
İnsan hem dünya hem de ahiret hayatını yaşamak üzere yaratılmış bir varlıktır. Bu yönüyle insan, hem dünyada hem de ahirette aciz ve zelil bir duruma düşmemek için sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rahman’a sığınmak ve ondan yardım beklemek fıtratında mezcolunmuştur. İnsan öldükten sonra ahiret hayatında Rabbinden ebedî hayat yolculuğunda kendisini rahmetiyle korumasını ve çeşitli ihsanlara mazhar kılmasını ister. Bunu talep eder. Bu ise insanın ne kadar âciz ve muhtaç bir varlık olduğunu apaçık bir şekilde gösterir. Kendi ruhunu, aklını ve kalbini ancak Rahman’ın merhamet ve affediciliğine sığınarak tatmin eder.
İnsan maddî olarak şu koca kâinatta belki bir zerre kadar bile yer tutumaz. Ancak, bütün kâinatla olan münasebeti ile birlikte akıl gibi bir melekeye sahip olması aynı zamanda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olması sebebiyle gayet büyük bir mahiyete sahip bir varlıktır. Bu hakikat 23. Söz’de çok açık bir şekilde anlatılır:
‘’Hem deme ki: ‘Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat, bir Hakîm-i Mutlak tarafından kasdî olarak bana teshîr edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?’ Çünkü sen, çendan nefsin ve sûretin itibâriyle hiç hükmündesin, fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudâtın belâgatlı bir lisân-ı nâtıkı ve şu kitâb-ı âlemin anlayışlı bir mütâlâacısı ve şu tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nâzırı ve şu ibâdet eden masnuâtın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.’’
Sonuç olarak insan her yönüyle âciz, muhtaç, kusurlu ve fâni bir varlıktır. İnsan bu eksiklerini ancak sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah’a bağlanarak kapatabilir. Samimiyet ve ihlâsla kulluğunu ifa ederek Ezelî ve Ebedî olan Sani-i Zülcelâl’den acziyetini gidermesini talep edebilir. Bunun için de Üstad Hazretleri gibi ‘’Fâniyim fâni olanı istemem. Âcizim âciz olanı istemem’’ diyerek niyazda bulunmalıdır.