Lânetlenmiş olan şeytan, insanın apaçık bir düşmanıdır. İnsanları saptırmak için çaba gösteren şeytan, bu mücadelesinde çoğu zaman galip gelir.
Şeytanın insanın apaçık bir düşmanı olduğu hususu Kur’ân-ı Kerîm’de açıkca anlatılmıştır.
İnsan, düşman olan şeytanı tanımasına rağmen onun karşısında çoğu zaman mağlûp olmaktadır. Şeytanı dinleyen insan, nefsi emmareye kapılarak çok büyük günahlar işlemektedir. Kul hakkı, kanlı savaşlar, açlık vs. gibi kötü fiiller hep şeytanın desisesi ve insanın doymak bilmez nefsi ile olmaktadır. Dalâlet ve günaha bulaşmış insan, Rabbini unutarak şeytana hizmet ettiğini unutabilir. Bu dalâlet batağından kurtulmak için Kur’ân ve Sünnet’in sesine kulak vermeliyiz. Bu sese kulak verdiğimiz takdirde şeytanın vesveselerinden korunmuş oluruz.
Bediüzzaman Hazretleri, şeytanın yaratılışı, mahiyeti, insanları tuzağına düşürmesi ve vesvesesi gibi konuları On Üçüncü Lem’a’da çok teferruatlı bir şekilde anlatmıştır.
Üstad Hazretleri şeytan taraftarlarının çoğu zaman hakikat ehline galip gelmesinin sırrını şu şekilde izah etmiştir:
“Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki, yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam bir günde tahrip eder. Evet, bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerâit-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan Hâlık-ı Zülcelâlin kudretine mahsus olduğu halde, bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için, et-tahrîbü eshel, (tahrib etmek kolaydır) durub-u emsal hükmüne geçmiş.“1
İşte bu sırdandır ki, ehl-i dalâlet, hakikaten zayıf bir kuvvetle pek kuvvetli ehl-i hakka bazan galip oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler, “Akıbet takvâ sahiplerinindir.” 2 sırrıyla, ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfi edilir. O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise, şeriat-ı Muhammediye ve sünnet-i Ahmediyedir (asm)”
İnsan, dünya hayatında hep bir imtihan içerisindedir. Öyle ki, şeytan, insanın bir imtihanı ve sınanma sebebidir. Bazı insanların aklına ‘şeytanların mü’minlere musallat edilmesi ve bu yüzden Cehenneme düşülmesi Allah’ın rahmeti ve şefkatiyle nasıl bağdaşır’ sorusu gelebilir.
İşte, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri akıllara gelen bu şüpheyi şu muhteşem bir cevapla silip atmıştır:
“Şeytanın vücudunda cüz’î şerlerle beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemâlât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade merâtip var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidâdâtın inkişâfâtı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa, melâikeler gibi, insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nevinde binler envâ hükmünde sınıflar bulunmayacak... Bir şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafidir.” 3
Dipnotlar: 1- 13. Lema. 2- Kasas Sûresi, 83. 3- 13. Lema.