Çocuklara karşı yaptığımız ilk hata onlara peygamberlerini yeterince tanıtamamak ve sevdirememektir. Bu yüzden maalesef bizim “sevgili çocuklarımız” artık kalplerinde “Peygamber sevgisini” tadamıyorlar ve bu sevginin huzurundan mahrum kalıyorlar.
Kâinatın Efendisi (sas), sadece Cahiliye Döneminin mağdur edilen çocuklarının peygamberi değil, bugünkü çocukların da peygamberidir. Bu günün çocukları diri diri toprağa gömülmese de, bunların da gömüldükleri farklı sorunlar vardır ve Son Peygamber (sas), bu sorunların çözümü için de yol göstermiştir.
BİRİNCİ SORUN: Çocuklara karşı yaptığımız ilk hata onlara peygamberlerini yeterince tanıtamamak ve sevdirememektir. Bu yüzden maalesef bizim “sevgili çocuklarımız” artık kalplerinde “Peygamber sevgisini” tadamıyorlar ve bu sevginin huzurundan mahrum kalıyorlar.
Bunun bir sebebi, çocukların masum kalplerinin yanlış kişilerin sevgisiyle doldurulmasıdır. Günümüzde uyduruk yüzlerce sanal kahraman,çocuklarımızın hayallerini süslemektedir. Masum kalplerde Yüzüklerin Efendisinden Kâinatın Efendisine (sas) yer kalmamaktadır. Bu ne kadar acıtıcıdır!
Milyonlarca çocuk bu sözde süper kahramanları izlerken ve onlar gibi olmak isterken, neden Rabbimizin Habibine hayranlık duymuyor ve onun gibi olmak istemiyor?
Hâlbuki onun başarıları film değil gerçekken, ondan ne önce, ne de sonra hiçbir insan onun başardıklarını başaramamışken, üstelik harika mucizeleri de varken, neden hâlâ çocuklarımız bir hayal ürünü olan ve çoğu gayr-i müslimlerin icadı süper kahramanları veya dizi oyuncularını izliyor da son ve emsalsiz bir kahraman olan Kâinatın Efendisini bilmiyor? Ya da onun doğum, ölüm tarihlerini ve üç savaşını bilince, ailesinin isimlerini de sayınca onu tanıdığını sanıyor?
Neden televizyonlara çıkan ve “din hocası” olarak pofpoflanan bazı hocalar hep “insan peygambere” vurgu yapıyorlar da, onun bine yakın mu’cizelerinden hiç bahsetmiyorlar? Sanal süper kahramanları geçmesin diye mi? Yoksa tanrılaştırılır korkusuyla mı? Allah aşkına, 14 asır boyunca bu ümmet içinde ona taptığı için sapıtan bir grup mu olmuş ki, onu normal bir insanmış gibi göstermeye çalışıyorlar?
Bugünkü çocukların “normal insanlar” artık ilgisini çekmiyor!
Çünkü Süpermen göklere çıkarken bizim Peygamberimiz ancak Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya kadar gidebiliyor, miraca ise çıkamıyor(!). Süpermenler Dünyayı tersine döndürebilirken, bizim Peygamberimiz Ayı bile yaramıyor(!)
Ona hayran olmayan bir çocuk onu sever ve sünnetine özenir mi?
İKİNCİ SORUN: Kötüye kullanılan teknolojidir.
Her şeyin fazlası zarardır. Çocukların en verimli çağlarını bilgisayar oyunları ile harcaması ne büyük bir kayıptır! Sadece bir altınımız olsa, onu bin katıyla bize geri kazandıracak bir işe harcamaz da oyunda harcarsak, bin kat zarar etmiş olmaz mıyız?
İşte o altın, altın çağ olan çocukluktur.
Bilgisayar oyunları gibi internet bağımlılığı da büyük bir tehlikedir! İnternet bir ağdır ama örümcek ağıdır; ağına yapışanı kolay kolay bırakmaz. Fakat büyükler yavrularına yeterince zaman ayırmadıklarında çocuklar için başka çare de kalmaz.
Çocuklarla oynayan ve onlara zaman ayıran Peygamberimiz kendi çağında mı kaldı? Namazda bile sırtındaki çocuğu bırakmayan Peygamberimizin bu tavrı, çocuklarını internetin karanlığına bırakan annelere ve babalara örnek olmaz mı? O “Çocuklarını terk etmesi kişiye günah olarak yeter!” buyurmadı mı?
Henüz aklı tuvalet temizliğine bile ermeyen çocukların ellerinde, bizim dahî sahip olamadığımız cep telefonlarını veya tabletleri görünce hayret ediyoruz. Bu lüzumsuz ve pahalı oyuncakları onların ellerine niçin veriyorlar? Onları çok sevdikleri için mi, yoksa onları oyalamak ve başlarından savmak için mi? Bu çakma çözümün ilerideki maliyetini hiç düşünmezler mi?
Oysa çocuğumuzu sanal oyunlara terk edeceğimize onunla doğal oyunlar oynasak ne güzel olur! Yani Peygamberimizin yaptığı gibi yapsak, çocuğumuza zaman ayırsak ve onunla en azından sohbet etsek ne tatlı olur! Hem insanlarla iletişim kurmayı da öğrenmiş olur. Ama ne yazık ki, onlarla ilgilenmek zor geliyor ve ağladığı zaman ellerine hemen telefon veriliyor. Sanki yapılması gereken buymuş gibi.
ÜÇÜNCÜ SORUN: Peygamber Efendimiz Cahiliye Döneminde sevilmediği ve önemsenmediği için kendilerini değersiz hisseden çocuklara değer vermişti. Onların değerli olduklarını hem kendilerine, hem de diğer insanlara göstermişti. Peki, bunu nasıl yapmıştı?
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, çocuklara yapabilecekleri düzeyde sorumluluklar vermişti. Onları bu görevleri yapmaya teşvik etmişti. Mesela, onlara içecek dağıttırmıştı. Ayakkabıları düzelttirmişti. Abdest için su getirtmiş ve leğen hazırlatmıştı. Böylece onları hem büyüklere hizmet etmeye alıştırmış, hem de onlara kendi başlarına bir işi başarmanın verdiği özgüveni tattırmıştı.
İşe yarayan bir insan kendini değersiz hisseder mi? Değerli olduğunu hisseden bir insan değersiz ve âdi davranışlara yönelir mi?
Çocuğa değer vermek, sadece onu öpmek ve sevmek midir? Elbette hayır! Çocuğa değer vermek ona pahalı oyuncaklar almakla veya onun her dediğini yapmakla olmaz. Çocuğun kendini değerli hissedebilmesini sağlamak, ona kendi emeğiyle başarıyı tattırmakla mümkün olur. Bunun için de, ona başarabileceği düzeyde sorumluluklar vermek gerekir. Bu sorumlulukları yerine getirdiğinde işe yaradığını anlayacak ve böylece kendini değerli hissedecektir. Ayrıca başarının verdiği lezzetle yeni başarılara yönelmek isteyecektir.
Peki ya bu konuda bugün biz nasıl hareket ediyoruz? Tabii ki, her işte yaptığımız gibi bu görevimizi de teknolojiye devrediyoruz. Çocuklara özgüven aşılama işini oyunlardaki “levele” bırakıyoruz. Artık çocukların kendini değerli hissedebilmesinin yolu sanal âlemdeki hiçbir işe yaramayan “başarılardan” geçiyor. Oyundaki her bir görevi yaptığında kendini mutlu ve değerli hissediyor.
Ama oyundaki bu ucuz mutluluğa ve sahte başarıya alışan bir çocukta ne yazık ki, özgüven problemi ortaya çıkıyor. Zira oyundaki basit başarılara alışan bir çocuk gerçek hayatın zorluklarıyla karşılaştığında onlarla başa çıkamaz oluyor.
Peygamber Efendimizin bu sünnetini terk eden anne babalar, çocuklarının küçüklükteki masum hallerine aldanıp büyüdüklerinde de aynı kalacaklarını sanıyorlar. Ama onlar büyüdükçe problemleri de büyüyor. Sorumluluktan kaçan, işe yaramayan ve kendine güveni olmayan mutsuz insanlar böyle yetişiyor.
DÖRDÜNCÜ SORUN: Bu ahir zamanda insanlarda iki büyük hastalık var: Bencillik ve rekabet. Bu iki duygu insanlar arasındaki samimiyeti ve kardeşliği öldürüyor. Oysa insanın mutluluğu karşılıklı sevgi ve saygıda, beraberlikte ve paylaşmaktadır.
Peki, bu hastalıklar nasıl gelişiyor?
Bu hastalıkların sebebi çocuğumuzun yanlışlarını görmemektir. “Aman çocuk değil mi canım, yapsın” demektir. Hatta yanlışlarını takdir etmek ve onu kusursuz göstermektir. Ona paylaşmayı değil, bencilliği öğretmektir. “Bisikletine sakın kimseyi bindirme” diye tembihlemektir. Onu rekabete itmektir. Sınavlar açıklandığında “Senden yüksek alan var mı?” diye sormaktır. Bütün bu yanlış sözlerimiz onlardaki bencilliği ve rekabeti besler.
Hâlbuki hayatta iyi ve kalıcı ilişkiler kurmak için samimiyet ve fedakârlık gereklidir. Bencillik ve rekabet ise samimiyeti mahveder ve insanı yalnızlığa mahkûm eder. Gerçek arkadaşlıkların kurulacağı yerler olan okullarda çocuklar artık içten içe arkadaşının başarısız, kendisinin ise başarılı olmasını istemektedir.
Günümüzdeki çoğu çocuğa hem de ailesi tarafından öğretilen bu bencillik ve okul ortamında alıştırılan rekabet, en büyük sorunlardan biridir. Çareyi yine Sevgili Peygamberimiz göstermiştir: “Kendiniz için istediğinizi mümin kardeşiniz için de istemedikçe olgun mümin olamazsınız!”
Kısacası, yaz tatilinin başladığı şu günlerde çocuk kamplarını kaçırmayalım. Onlara 19. Mektubu çok okuyalım. Onlarla ilgilenip sohbet edelim, oyun oynayalım. Onlara görev ve sorumluluklar verip gerçek anlamda nasıl değerli olunur duygusunu tecrübe ettirelim. Onları rekabet ve bencilliğe değil, paylaşma ve fedakârlığa alıştıralım.