Üstad daima “Ahrarları (Demokratları)” desteklemiş, gerekçelerini şer’î delillerle izah etmiştir. Talebelerinin, bunu ehl-i imana izah ederken nasıl hareket etmeleri gerektiğini de bizzat göstermiştir.
Eskişehir Müftüsü ve âlim bir zat olan Hafız Abdullah Efendi, Üstad için der ki: “Oğlum! Bir velînin manevî derecesi ne kadar yüksek ise siyasetteki dehası da o kadar yüksektir.” (1)
Evet, evliya her asırda çoktur ama bu fitneler çağında siyasette de isabet edecek kadar büyük bir velîyi bulmak, sonra da o veliyî anlayarak sadakatle ona tabi olmak ne kadar zordur! Halbuki, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sas) üç defa tekrar ederek: “Muhakkak saîd o kimsedir ki, kesinlikle fitnelerden korunmuştur” buyurmuştur. Bu hadisin: “o sakalsız ve zayıf adam” diye devam etmesi ne kadar manidardır! (2)
Üstad Bediüzzaman’ın (ra) hürriyetperver ve şahıs değil güçlü şûra (parlamento) merkezli siyasî çizgisi, İkinci Meşrutiyetten itibaren çok açık ve nettir. O, yaşadığı dört siyasî devir boyunca (Mutlakiyet, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi) siyasal İslamcı akımlara hiçbir zaman iltifat etmemiş ve daima “Ahrarları (Demokratları)” desteklemiş, bunun gerekçelerini de şer’î delillerle izah etmiştir.
Talebelerinin, onun bu siyasî çizgisini ehl-i imana izah ederken nasıl hareket etmeleri gerektiğini de bizzat kendisi göstermiştir. Şöyle ki:
“Üstadımız onları kat’iyyen rencide etmezdi. Siyasîlere ‘Siz dinsizsiniz’ gibi sözleri asla söylemezdi. ‘İslâmiyet aleyhindeki din düşmanları’ diye umumî konuşurdu.” “Emirdağ’da Halim Yüksel isimli Halk Partili bir zata nasihat eder, incitmeden dersler verirdi. Hattâ adama Risale bile yazdırmıştır.”
“Nur Talebeleri gelip ‘Üstadım! Reyimizi kime vereceğiz?’ diye sorduklarında Üstadımız akla kapı açıyor, fakat ihtiyarı elden almıyordu. ‘Böyle yapın’ demezdi.” (3)
Nitekim “Bu vatanda şimdilik dört parti var” mektubunda, siyasî tercihini ve gerekçelerini açıkça ortaya koymuş ama talebelerinden “Kalbe ihtar edilen bu hakikate” uymalarını istemek yerine, son kısmında “[Bu hakîkati] Merkezlerden münasip gördüğünüz yerlere sû-i tesir yapmamak şartıyla gönderebilirsiniz” demekle yetinmiştir. (4)
Çünkü o büyük müceddide ne kadar sadakat göstereceğine kişi, fazileti ölçüsünde kendisi karar verecektir.
Bundandır ki, mesela merhum Hüsrev Altınbaşak, 1957 seçimlerinde mevcut beş parti içinden Hürriyet Partisine destek vererek Üstad’dan ayrı hareket edebilmiştir. Eşref Edip, Necip Fazıl etkisindeki dindarlar Millet Partisini desteklerken Üstad, bu iki partinin kendisini istismar etmemesi için oyunu Demokrat Partiye açıktan vermiştir. Neticesinde Isparta’da seçimi kazanması beklenen Hürriyet Partisi, Üstad’ın bu tavrı sebebiyle kazanamamış ve bu yüzden Nur Talebelerine en çok hücumu da onlar yapmıştır. Bunun üzerine Hüsrev Ağabey adeta kendini değil, Üstad’ı hatalı bulan bir tavırla: “Üstad sandık başına gittiği için bize hücum geliyor” diyebilmiştir. (5)
Hem mesela, Nur hizmetinde samimi gayretleri bulunan, mektupları Külliyata konulan ve Üstad’ın “Ankara’daki bir vekili” olan eski alay müftülerinden Osman Nuri TOL, Demokratlara hiç iltifat etmediği gibi, sırf İslama hizmet olsun diye Millet Partisinin kendi evinde kurulmasına da öncülük etmiştir. (6)
Bu örneklerde görüldüğü gibi, bazı çok mühim talebeler bile -Üstad hayatta olduğu ve görüşünü açıkça duyurduğu halde- farklı siyasî tercihlere yönelmekten çekinmemişlerdir. Demek Hz. Bediüzzaman -faraza- bu zamanda ruhaniyetiyle temessül etse ve talebelerine: “Oyunuzu şimdi şu partiye verin” dese, diri iken onu dinlemeyen meşreptekiler, onu yine dinlemezlerdi. O halde bu tiplerin bir “meşveret kararını” dinlemelerini beklemek beyhudedir. Mesele sadakatin derecesidir. Demek akla kapı açmak, ihtiyarı elden almamak kâfidir. Daha öteye geçilmesi ise Üstad’ın yapmadığı bir iştir.
Örneğin, 1970’lerdeki siyasî sıkıntıda Said Özdemir, cemaatin aksine siyasal İslamcı bir partiye taraf olmuştu. Merhum Zübeyir Gündüzalp’in çağrısıyla ileri gelen Nur Talebelerinin İstanbul’da toplanarak dört gün süren istişarî kararına rağmen o hâlâ: “Müslüman bir parti varken, başkasını desteklemek vebal olmaz mı” diye düşünüyordu. Zübeyir Gündüzalp ise “Bu parti, Müslümanları birbirine düşürür” diyordu. (7) Herhalde o mübarek, Bediüzzaman Hazretlerinin Kur’an ve Sünnete dayandırdığı siyasî ilkelerinin “dindarlık veya dine hürmetkârlık” tan ibaret olduğunu sanıyordu.
Bu mizaçtakiler Üstad’ı her ne kadar anlayamasalar, anlatanlara da kulak asmasalar ve fanatik bir tarafgirlikle farklı bir partiyi savunsalar bile bu kardeşleri, sırf bu yüzden çok ağır bir şekilde itham ve tahkir etmek Üstad’ı titretecek bir harekettir. Üstad Nursî (ra) kalbini yaralayan bu hâli -mealen- şöyle anlatır: “Bir zaman gördüm ki, bir mübarek âlim takip ettiği cereyanın tarafgirliği damarıyla, salih ve büyük bir âlimi, onun siyasî fikrine muhalif olmasından tekfir derecesinde tahkir ve tezyif etti... ürktüm.” (8)
Dolayısıyla hakîkî ihlâsı taşıyan Demokrat Nur Talebeleri “İslam Kardeşliği”nin gerektirdiği hukukun, seçim dönemlerinde askıya alınmadığını bilir. Onlarda ihlâs, itidal ve müspet hareket ile birlikte Üstad’ın “Muktesit Mesleği” esastır. Yani Haydar’ı, ne “Haydar Ağa” diye göklere çıkartırlar; ne de “Haydo” diye cehennemin dibine atarlar. Bilakis, muhataplarına hakikati, seviyeli ve müdellel olarak sunarlar. Ancak şunu da bilirler ki, sen Üstad kadar bir derya olsan dahî, herkes senden kendi kabı kadar âb-ı hayat alır. Bir sürahi, başını Nur akan musluğa uzatmadıkça, kırk yıl o çeşmenin dibinde dursa da boşunadır, o dolmayacaktır!
DİPNOTLAR:
1) N. Şahiner, Son Şahitler, IV/106
2) Tılsımlar Mecmuası, s. 186, 212-213
3) Bayram Yüksel’den, N. Şahiner, Son Şahitler, III/66-68
4) Emirdağ Lahikası II/162
5) N. Şahiner, Son Şahitler, IV/200
6) Mustafa Sungur’dan, N. Şahiner, age IV/44 ile I/210
7) İbrahim KAYGUSUZ, Zübeyir Gündüzalp, s. 446, 449-451
8) 22. Mektup, Hatime; Emirdağ L. II/175; Tarihçe-i Hayat, 6. Kısım